Yazı yayınlanma tarihi: Ekim 2016 (www.themahmut.com)
Bi dört beş yıl öncesi, daha da öncesi belki, Atatürk Havalimanı'ndayım, pasaport kuyruğunda. Ya Noel tatili, ya da yaz başı; arkadaşlarımı, ailemi görmeye İstanbul'a gelmişim, dönüyorum Hollanda'ya. Pasaport kuyruğu yine pazar yeri gibi, yavaş yavaş, emin adımlarla ilerliyoruz. Önümde 4 tane başı örtülü kadın var, kendi aralarında muhabbet ediyorlar. Bir anda delirmeye başlıyor hepsi; çığlıklar, yerinde duramayıp zıplamalar, "Kızım bu Sami Yusuf değil mi?" cümlesi çıkıyor birinin ağzından heyecanla .Bir diğeri attığı küçük çığlığı büyütmeye karar veriyor, salıveriyor kendini "SAMİİİİİİ!!" diye.
Gözlüklü, temiz yüzlü, yakışıklıca bi adam dönüveriyor sesi duyunca. Elinde deri, güzel bir çanta, üstünde rengini hatırlamadığım koyu renk bi ceket. Çığlığı büyüten kadın, üstüne cesaret giyinmiş her insan gibi iplerini koparıyor; "Vİ LAV YUUUUU!" diye bağırıyor. Adam çok zarif bir şekilde "teşekkür ederim" hareketi yapıyor vücudunu kullanarak. Ben sesleri duyunca kafamı bi kaldırıyorum, Sami Yusuf ulan! Aaaa, vallahi de o. Eindhoven'da yaşarken arada dinlediğim, İslam dünyasının tatlı müzisyen prensi, hoşgörü adamı, güzel sesli adamı.
Sami Yusuf, gerçekten de o.
Müzik söz konusu olduğunda, ben her şeyi dinlerim. Gerçekten. Bir ara da Sami Yusuf'a takılmıştım. Nereden bulduğumu hiç hatırlamıyorum, ama bir gece hipnotize olmuş gibi tüm videolarını izlemiş, neredeyse tüm şarkılarını dinlemiştim. Yabancısı olduğunuz dünyanın bir kahramanını gördüğünüz ve onun ne kadar popüler olduğuna şahit olduğunuz an -bence- çok büyülü bir an. Ben de o büyüye kapılmıştım işte. İlahilerle büyümedim, muhafazakar bir ailem de olmadı, daha dürüstçe konuşmam gerekirse, ergenliğimde Sami Yusuf dinleseydim, odamdan gelen sesler ile irkilen öğretmen annem karşıma geçip "Yavrum, acaba neden bu müzikleri dinliyorsun? Bi konuşalım mı ne dersin?" derdi. Arabada Selda Bağcan, Zülfü Livaneli, Ahmet Kaya dinleyen, evde Ruhi Su dinlenen bir aileden bahsediyorum. İdeolojiyi, politik olmamızı geçiyorum, dinlediğim şey -bana göre- güzelse beğenmemem için hiçbir sebep yok zaten. İşte yıllar sonra kendi hayatımı kurup, kendi istediklerimi dinlediğim zamanlarda Sami Yusuf'un şarkıları hoşuma gitmişti benim. "Hasbi Rabbi" şarkısıyla dans etmişliğim çoktur. (Belki de çok yanlış bir şey yapıyordum.)
Sami Yusuf, Azeri kökenli (köken kelimesine de hastayım) bir ailenin çocuğu olarak İran'da doğmuş. Pek minikken ailesi Londra'ya yerleşmiş, orada büyümüş. Adam Brit esasında yani. Kaynakları bir deştiğimizde King's College London ortamlarında hukuk okurken müziğe çok sevdalı olduğu için müzik eğitimden de geçtiğini görüyoruz. 16 yaşında İslam ile bağını keşfettiğini belirtiyor şarkıcımız, dünya için güzel şeyler yapma isteğini de neredeyse her röportajında belirtiyor. Ve nihayetinde sadece 23 yaşındayken, 2003 senesinde ilk albümü Al-Mu'allim çıkıyor piyasaya. Bu temiz yüzlü, güler yüzlü, güzel sesli adam, -bilmediğimiz o dünyada- büyük bir boşluğu dolduruyor; şarkıların hepsi İslam odaklı barış, kardeşlik, güzellik üzerine. Arapça, Farsi, Türkçe, İngilizce söylüyor şarkılarını. Hepsinde de gayet iyi. Çok sakin, çok efendi bir adam. Sadece kendi inandığı değerleri, daha güzel, daha insancıl bir şekilde müzikle tanıtmaya, sevdirmeye çalışıyor. Çabaları boşuna çıkmıyor; albümlerinde profesyonellik, video kliplerindeki dünya standartlarında kalite, her röportajında iyilik hissettiren bu adam dünyada -çoğunlukla- Müslüman kitlenin prensi oluveriyor.
Bugün, Guardian "Ortadoğu'nun en büyük Brit starı" ve Time dergisi "yaşayan en büyük Müslüman rock yıldızı" olarak tanımlıyor Sami Yusuf'u. Bütün bu -cilalı- ünvanların dışında albümlerinin 34 milyon kopya satılmış olması gerçeği var. Birleşmiş Milletler tarafından "Dünya Açlıkla Mücadele Örgütü" elçişi seçiliyor bir yandan da. Ve tüm bu ünvanlara sahipken, müzik hayatına asla ara vermiyor Sami Yusuf. 2016 senesinde son albümü Barakah çıktı piyasaya, albümü dinlerseniz eğer işini ne kadar ciddiye aldığını anlayabilirsiniz; Hint şarkılarından, Yunus Emre satırlarını seslendirdiği "Gel Gör Beni Aşk Neyledi"'ye, insanı büyüleyen güzellikteki akustik kayıtlara kadar her şarkısı dünya standartlarında. Web sitesine uğrarsanız eğer, biraz daha da şaşırabilirsiniz. Albümlerinin kitapçıkları Arapça, Türkçe, Malayca, Farsi ve İngilizce.
Anlayacağımız, bizim bildiğimiz, tanıdığımız dünyanın dışında başka bir dünya var arkadaşlar. Başka sesler var, samimiyetine hâlâ ne kadar emin olmasak da, iyi olduğunu zannettiklerimiz var. Derdim burada başka hayatları güzellemek değil, böyle bir iddiam zaten yok ama kendi dünyamızın dışında neler oluyor, bi bakalım istedim. Sami Yusuf'un 2010 yılında çıkardığı "Wherever you are" albümünün üçüncü şarkısı "Without you" şarkısının sözleri Sezen Aksu'ya ait bu arada, aynı albümün beşinci şarkısı "Give the Young a Chance" şarkısının sözleri ise Ian Brown'a ait.
Sami de böyle bir kardeşimiz.
Aşağıda bulunan video klibi izlediğinizde göreceksiniz; klip Kahire'de bulunan piramitlerin, Taj Mahal'in, Süleymaniye Camii'nin görselleriyle başlıyor; sonrasında ise takım elbiseli, kravatlı, temiz suratlı Müslüman Brit oğlumuz Londra'da geziyor. Otobüste yaşlılara yer veriyor, biz onu kravatından dolayı muhasebeci zannediyoruz ama o Royal Albert Hall'da prova yapıyor. Vaaz sonrası Hindistan'da Taj Mahal karşısında Müslüman çocuklarla futbol bile oynuyor. Ne demiştim?
Sami de böyle bir kardeşimiz.