iyidir babacık
- io van zaim

- Nov 6
- 3 min read

babam hakkında bir şeyler yazmak için 'o' günü beklememe gerek yok. o kalabalık evde kim pide yemiş, kim ayran içmiş, kim ziyarete gelmiş umrumda olmayacak. uzaklara bakarım muhtemelen, ya da birilerinin taraklı ayağını kapatamayan babet çorabına. elbet babet çoraplı da gelir baş sağlığına. babet çoraplı erkeklerimiz, ölümü bile unutturur.
şu ana kadar, belki de tam şimdi bu kadar kafayı taktığıma, bu kadar hem onu hem de aramızdaki iletişimi anlamlandıramadığıma göre diyeceklerim, öykündüğüm şeyler, itiraflarım, özlemim var. hafızası rezalet bir insan olmanın avantajını babamla olan geçmişe dönük anlarımda kullanıyorum. ne bi travma, ne de kendimden geçtiğim bir mutluluk sahnesi var bildiğim. yıllarca işi gereği ayrı ülkelerde yaşadık zaten. en mutlu olduğum an beni atina'da denize attığı anlar. ben 6 yaşındayım. o 43 olsa gerek. bu anların ne kadar şahane olduğunu da o hep bana söyledi, ben hayal meyal hatırlıyorum. o deyince inandım. insan babasına inanır. insan denizde ne kadar mutlu olduğunu da bilir. oysa asıl mutluluğum kendisi bisiklete binmeyen ablamın bana bisiklet kullanmayı öğretmesiydi yine atina'da. yine aynı mahallede.
babam beni denize bir fok balığı gibi atıp yüzdüğümü ya da bana yüzmeyi öğrettiğini zannetti. oysa geldim şu yaşıma hala teyzeler gibi yüzerim. suda olmayı çok severim ama yüzmeyi tam bilmediğim için utanırım . ablam hiçbir zaman 'ben sana bisiklet kullanmayı öğrettim.' demedi ama şahane bisiklet kullanırım. aa delirirsiniz beni görseniz bisiklet kullanırken. kıskıvrak bir kısrak. erkeklerin baş döndüren başarıları yine. babamın nasıl biri olduğunu, beni nasıl gördüğünü bilmiyorum. gurur duyduğunu çoklarca kez söylediği için beni nasıl tanıtacağını tahmin edebilirim, anahtar kelimeler ve terimler var elbet ama gerçekten beni nasıl görüyor, gözünün arkasında yüreğine giden yerde ben nerdeyim bilmiyorum. kendi ifadesiyle çok açık, kimseye (bana ve ablama) karışmayan, çok açık birisi. yemiyoruz, yemedik. böyle olsaydı, bu yazıyı karnım ağrıya ağrıya yazmaya çalışmazdım. benimle duyduğu gururu benim hiç istemediğim tondan paylaşan birisi babam. ben sanata, hayata, şehirlere hevesliyken o hevesimin tek bir zerresine ortak olmadı. olmak zorunda değildi elbet, kimseyi sizinle aynı hayat zevkine ortak olmadığı için suçlayamazsınız. üniversitede kazandığım bölümün ne olduğunu o zaman bilmiyordu, sonra ben bölümden şikayet edince bana o bölümü savundu. bunu yapmamalıydı. ama babalar böyledir. bunları yazarken öfkeli bir tonda yazmıyorum, sadece sakin bir ses tonuyla sizinle yüz yüze konuştuğumu hayal edin.
tüm bu sebeplerden onun sevimsiz, kötü biri olduğunu düşünmenizi istemem. komik ve eğlenceli biridir babam. ne yapacağını bilmez bir sersemdir aynı zamanda. çok özendiğim flörtöz ve dışa dönük halleri vardır. hayatım der, canım der, alttan girer üstten çıkar birilerini kendine esir eder. bunlar benim başaracağım işler değil. ben daha durgunum hayata karşı. çok sevdiklerime hayatım, canım deme alışkanlığım babamdan. ama trafik polisine değil. o trafik polisine de hayatım der. o akışkan, o kımıl kımıl insanı izleyince şaşırırım.
babam çok - hızla - yaşlanıyor. beklenen yaşlanmanın ötesinde bi hevesi var damar damar. önce gözleri hasar gördü, sonra dizleri, morali bozuldu haliyle. kimileri bunlar olmasına rağmen inatçıdır, bizimki inadı başka yerlere sakladı koydu. doktorlar, iğneler, muhabbetler. bir annem el atıyor, bir ablam, bir ben. sürekli onda gözler; o diz o göz iyileşsin. reçeteler, ilaçlar, kremler. dizim ağrıyor diyor ama 5000 adım yürüuyor . zaten hep bir ayağı çukurda olmayı sevdiğini söylerdi yarı şaka yarı ciddi. o çukura sanki koşa koşa düştü.
neredeyse 4 senedir istanbul'da yaşıyorum. babamla nasıl baş edeceğimi bilmiyorum. onunla anlaşmak, dediğine gülmek, ben bi şey anlattığım zaman onun beni anlamasını istiyorum ama olmuyor. o her zaman kendi istediği konuları konuşuyor. onun karşısında 'biri' olduğumu hissetmiyorum. çünkü ağzımdan bana ait tek bir kelime çıkmıyor. yokmuşum gibi konuşuyor. ben orada değilmişim gibi. onun istediği başka biriyle konuşuyor esasen. çok yoruluyorum . ne yapacağız beraber, beraber nasıl yaşlanacağız ya? o ne derse ben mutlu olurum mesela. ya da ben ne dersem onun o tatlı yüzü güler bi bilsem.
bunları neden yazdığımı anlamaya çalışıyorum. hayatımdaki en önemli figürlerden biriyle beraber bir hayatın içindeyim. babaların sevilmesini gerektiğini söylüyor çokları, evet buna katılıyorum. benim babam sevebileceğimiz biri zaten. ama bir lafın, bir muhabbetin, bir bakışın benim aklımda 'mıh' gibi kalmasını istiyorum. çok zorda kalırsam, çok üzgünsem o 'mıh' beni bi toplasın kendime getirsin. ama yok. kimse de -babamız bile olsa- bunu bize sağlamak zorunda değil sanırım. bu yükle doğmadı ya. ben onun bana göre yapması gereken şeyleri yapmadığına kırılıyorum, o da benim ona göre yapmam gerekenleri yapmadığıma. kırgınız ve suskunuz sanırım. ama anlaşmaya çalışıyoruz. bi arabaya biniyoruz, o sağa bakıyor, ben sola.
o 'n'aber oğlum?' diyor. ben 'iyidir babacık.'




