Yazı yayınlanma tarihi: Mart 2018 (www.themahmut.com)
Yeni yıkanmış, mis kokan perdeler tatlı tatlı esen rüzgarla havalanıyor. Kocaman yastıklardan biri başımızın altında, biri de hafifçe popomuzun kenarında duruyor, ona da sarılmışız bir ara. Bir ayağımız pikenin ucundan çıkmış öylece duruyor. Perde havalanıyor ve tam olarak açamadığımız gözlerimiz masmavi bir deniz görüyor: ölesiye parlamaya yemin etmiş, durgun bir deniz. Işıl ışıl bir gün bu. Deniz kenarında bir kasabada, köyde, uzun zamandır olmak istediğimiz yerdeyiz. Ad koymaya gerek yok, hepimizin en sevdiği yer orası. Rüzgar da perdeler de yastıklar da pike de lavanta kokuyor. Hepsi yeni yıkanmış, hepsi bembeyaz. Birazdan ayaklarımız taşa değecek, ürpereceğiz biraz. Odanın içinde bir müzik dolanıyor, Lars Gullin olsun hadi o da, Danny's Dream olsun şarkısı da. Balkon kapısını aralayıp, rüzgarla dans eden perdeyi çekip balkona çıkıyoruz. Yalınayak, elimizde kahve fincanı, güneş daha çıktığımız terasa düşmemiş ama tam önümüzde, tam da denizin üstünde cıvıl cıvıl duruyor. Üşüyoruz biraz ama aldırmıyoruz.
Aklıma bu aralar, bu sahne öyle çok geliyor ki. Benim hayata yetişemediğim anlarda hayal ettiğim sahnedir bu. Hayal etmek beni sakinleştirir, kendime getirir. Olmayacağını adım gibi bildiğim hayaller kurarak uyumuşluğum çoktur mesela. Çünkü haberler var; her ağızdan, herkesten, herkesin tanıdıklarından haberler geliyor. Haberler kötü, iyi, normal, olağandışı, şaşırtıcı, üzücü... Ve durduramıyoruz. Ben bir şeyleri duyduğumda, o duyduklarım beni şaşırttığında ya da üzdüğünde ya da sevindirdiğinde akıllı tepkiler veremeyen biriyim. Akıllıca ve hızlı da davranamıyorum. Önce bir durmak gerekiyor, uzun uzun yürümek, çok şarkı dinlemek, çok düşünmek gerekiyor. O sırada kimse soru sormasın, kimse bana tatlı şeyler söylemesin, kimse başka şeyleri düşünmemi istemesin istiyorum. Sakinleşmem için de bu sahne geliyor aklıma; orada, o bahsettiğim odada, o şekilde bulunmayı istiyorum.
Yaş almak, olgunlaşmak, hayatın değişimi, büyümemiz, daha iyi bir insan olmaya çabalamamız, hepsini uzun uzun kendi açımdan anlatmak isterim ama yapmayacağım. Bazı şeyler çok uzun yazıldığında, düşünüldüğünde, paylaşıldığında acı bir tadı oluyor. Bu paylaşım işe yaramıyor, paylaşana da huzur vermiyor, paylaştıklarımızı da mutlu etmiyor. 35 yaşında, bu yaşın -eskilerden bir şiirle beraber- sembolik anlamını bilen biri olarak sadece şu aralar böyle hafif sinir bozucu bir şekilde gülümsüyorum hayata. Hani, elimizden bir şey gelmediğini kabullendiğimizde suratımızda beliren o gülümseme. O böyle ağlamak isterken gülümseme hali, boş gözler eşliğinde. Bu arada aldığım haberler de asla şok edici olmayan şeyler; ölüm, yeni bir ilişki, ayrılık, şehir değiştirme, başka bir hayata başlama, hastalık, doğum, işle ilgili gelişmeler, taşınma... Atla deve de değil işte, hayat içinde olan şeyler. Kim ölmüyor, kim doğurmuyor, kim başka bir şehre gitmiyor, kim aşık olmuyor? Değil mi?
Büyük bir ihtimalle 15 sene de önce de bu haberler bu yoğunluktaydı, kulağıma geliyordu, duyuyordum. O zamanlar ama çok umursamıyordum sanırım, gençlik öyle bir şey çünkü, o hayalimdeki perdeyi havalandıran rüzgar gibi bir şey. Ya da doğru düzgün anlamıyordum bile ne bileyim. Şimdi uzun sürüyor etkisi, beni günün içinde belirli zamanlarda beni bir durduruyor, bir ağaca, bir güzel apartmana, işinde gücünde bir insana uzun uzun bakmama sebep oluyor. Daha sık, daha çok değişimi tetikleyen, daha derin şeyler hissediyorum gönlümde.
Buradaki çoğu yazım gibi bu da bir günlük yazısı, kategorisi bu yani. O yüzden bi yere bağlamamı beklemeyin. Girişi, gelişmesi yok, sonucu da olmayacak. Sadece bir şeyler demek istedim, onun yolunu arıyorum. Sadece bir şeylerin; daha aydınlık bir yüze, daha dinç bir vücuda, daha kabullenir bir umuda sahipken değerlendirdiklerimle şimdi değerlendirdiklerim arasındaki farkını belirtebilmek için çabalıyorum. Çünkü haberler var ve ben onları hazmetmeye çalışıyorum. Ve hayat da yaldır yaldır devam ediyor.
15 sene öncesine geri dönersek eğer şunu da itiraf edeyim o zaman. Ben o zaman bahar nedir pek farkında değildim mesela. Aman çiçek açmış, aman toprak kokmuş, aman güneş beş bin bulutun ardından parlamaya çalışmış. Bana neydi. Olması gerekene bu kadar hayran olmayı kabullenemiyordum. Buna mı sevinelim şimdi? Buna mı mutlu olalım?
Deniz Cuma gecesi geldi Atina'ya, Cumartesi günü 22 dereceydi burası, güneş bizimle. 15 kilometre yürüdük bu şehrin sokaklarında o gün, durmadan konuşarak. Haberlerden ona bahsettim, o da kendi haberlerinden bahsetti, aynı yaştayız, haberlerimiz bol. Sonra Plaka'da bir ara durduk ve bir ağaca baktık, kiraz ağacına. Tatlı tatlı çiçeklerini açmış, endamını bizden esirgemeyen o mükemmel canlıya. O zaman aklıma düştü.
Bahar geldi.
Bahar ne güzel.
O perdeleri havalandıran, o gençliğe benzeyen rüzgar kadar güzel. Daha sakin, daha akıllı, daha mantıklı bir insan olabileceğimin umudunu verdi bana o ağaç. Çünkü dünya dönecek ve biz haberler alacağız, sevineceğiz, üzüleceğiz, delireceğiz, acımızdan gebereceğiz ama bir ağaçta dünya güzeli çiçekler her zaman olacak.
Biz buradan gittiğimizde bile.