top of page

içkili lokanta

bu sefer öyle olmadı.

mezelerini aslında hiç sevmediğin o meyhanede otururken gözün takılmıştı; iki kumru yanyana sakince duruyor, oynaşıyordu o zaman. onlara bakıp yaşaran gözlerin seninleydi ama yaşlar şimdi neredeydi bilinmez. 20'lik rakının tadını çıkarmak yerine bir an önce sarhoş olmak istiyordun sen o zaman. bu sefer rakı içmedin. akşam karanlığında şehre vardın, hızlıca oteline giriş yaptın. otelin sahibi; yeşilköylü, senin yaşlarında bir beyefendi ile konuştun ayaküstü. ayvalık'a 30 kilometre kala arabanın göstergesinde motor ısısını gösteren ok aşağı doğru inmeye başlayınca ilk gördüğün benzincide durdun, kontağı kapattın, sızlayan bacağına siktiri çekip benzinci marketine girdin. ilk yaptığın şey tadelle almak oldu. her panik olduğunda olduğu gibi yine tanıdık bir şeye ulaşmaya çalıştın: ne gördüğün, ne duyduğun, ne de kokladığın tanıdıktı o an. koltuğa oturdun, hızlıca açtın çikolata paketini, üç dört ısırıkta bitirdin. derin derin nefes aldın durdun. bu kadar panik olacak bir şey yoktu aslında. bu başına gelmese hiç ara vermeden beş saatte vardığını söylecektin soranlara. esentepe'den ayvalık hiç ara vermeden beş saat. kim soracak allasen.





beyefendi ile orta yaşlı olmayı konuştunuz iki dakika içinde. o hemen baba olduğunu da söyledi. tüm babalar baba olduklarını hemen söyler mi bir düşündün. neden söylemesin. ayvalık'a neden geldiğini, sofia'ya -da- gideceğini söyledin. seni de öyle boş beleş bilmesinler. yemesini içmesini biliyorlar desinler. afiyet olsun dilekleriyle odana geçtin. biranı açtın, ayaklarını uzattın, sızlayan bacağını ovalayıp durdun. biradan iki üç yudum aldıktan sonra gözünü kapatıp şehirleri aklına getirdin. kapattığın andan gözünü açtığın ana kadar birçok şehir geçti gözkaranlığının içinden. tek bir şey hatırlamak istedin her şehirler ilgili: tek bir meydan, tek bir oda, tek bir kişi. gözlerini açtın, etrafa bakındın huzursuzca. yağmurluğunu giyip çıktın otelden. yağmur yağmıyordu ama tam da yağmurluk giyilecek bir akşamdı.


sofia'da gençten, güleç yüzlü bir kadın karşıladı seni. yukarı çıktın. yukarıda o çok sevdiğin yuvarlak masanın etrafında babaanne işi sandalyeler vardı. kalabalık bir grup için konulmuştu o masaya oraya. pencere kenarında oturan, hesap tabağı masalarına konmuş çiftin mırıl mırıl konuşmalarını duydun. cilveleşiyor, bi yandan hesabı ödüyorlardı. pencere kenarındaki diğer masaya ilerledin. sen oturduktan kısa bir süre sonra çift ayaklandı, çalışanlara teşekkür etti, mekandan ayrıldı. üst katta kendi başına kaldın. ayvalık'a gece inmişti, açtın, bacağın ağrıyordu.


"nif bağları 'aegean' 2022 kemalpaşa, izmir

solaris, viognier, narince"


her şey istediğin gibiydi. tam da böyle bir yer, tam da bu kadar lezzetli bir şarap, tam da böyle şeyler yemek istiyordun. şarap çok iyi geldi, rakı içmediğin için memnun oldun. çalışanlar tek başına yemek yiyen birinin rahatını kaçırmamaya özen gösteriyor ama ilgisiz de bırakmıyorlardı seni. en doğru zamanda en güzel soruları cevapladın, keyfin yerine geldi. bir ara doktora gitmem lazım, bacağım çok ağrıyor. birden fazla yemek denemek istediğini söylediğinde, tek kişi için yarım porsiyon hazırlayabileceklerini duyduğunda ağzın kulaklarına vardı. tek bir başlangıç, tek bir ana yemek zorunda değildin. tabaklar gitti geldi, şarap yenilendi, senin çenen düştü, çalışanlar ne sorduysan özenle cevapladı. zeytinyağlı deniz fasülyesi ve turşulanmış sardalyaya deniz bayılır. hemen yazdın ona, belki de ocak ayında geliriz. esentepe'den ayvalık hiç ara vermeden beş saat.





yuri'de içtiğin en güzel negronilerden biri masandaydı. içeri, çalışanlarına iyi davrandığını umut ettiğin, havalı bir beyefendi girdi. küçük şakalar yaptı, tabii ki birilerine emir verdi, sonra sana bakıp 'negroni ha. iyi seçim.' dedi. 'biliyorum teşekkürler' deyip kokteylden bir yudum daha aldın. sigara içtikleri için dışarda oturan gruba baktın, havalı ve sana negroninin iyi seçim olduğunu söyleyen adam onların yanına geçti. güzel adammış. barmene teşekkür ettin, sofia'da çalışan hanımefendinin tavsiyesiyle geldiğini ve içtiğin en güzel negronilerden biri olduğunu söyledin. güzel yüzlü, tombul barmen baş parmağını kaldırıp negroni içen insandan zarar gelmeyeceğini, en iyi seçim olduğunu söyledi. bi negroni övgüsüdür gidiyor ayol.


sersem sersem oteline döndün, başını yastığa koyduğun gibi uyudun. ertesi sabah, kahvaltına sulanan kedilere zeytin yememeleri gerektiğini tavsiye edip, sosis ikram ettin. yeşilköylü otel sahibi yine bekleriz dedi, sen de seni sevdiler diye sevindin. ayvalık sonbahar güneşi ile pırıl pırıldı o sabah. esnaf dükkanları açmış, günlük hayat, sesiyle kokusuyla göğe karışmıştı. peynir almak istedin, zeytin götürsem mi dedin. o ev acaba ne kadardır. ayvalık'ta mı yaşasam diye düşündün. şemsa denizsel misin allasen ozancım yaa? bacağın ağrıyordu, 20 dakika yürüdün yürümedin. kahve içmek için, batacağı ve kapanacağı kesin bir mekana oturdun. rezalet bir filtre kahve içerken bir kadın ve adam kavga etti önünde. dün akşam yediğin lor tatlısını düşündün. bir önceki sene cunda'da insanların sıraya girdiği bir yerde bok gibi bir lor tatlısı yediğinde çok sinirlenmiştin. o zaman kendine de çok öfkeliydin; çirkin, yalnız ve istediklerini dile getirmeyen, yapamayan biri olduğun için. şu an bunları düşünüp üzülmeyecek kadar bitkindin. bu sene sofia'da yediğin lor tatlısı aklını başından aldı. muhteşemdi.


bu sefer öyle olmadı


kahveni bitirdin, ayvalık'a veda ettin. mosmor çiçekler vardı, gramofona benziyordu, gramofon çiçeğidir herhalde dedin. fotoğrafını çektin, arabana bindin. yolda giderken denizin üstünde güneşin öpücüklerini gördün. yunanca bir şarkı çalıyordu midilli'den esip gelmiş, gülümsedin.

85 views
bottom of page