neye bozulduğunu biliyorsun şekerim. o ışıl ışıl saçlara, o insanın aklını alan gülüşe, o piknik masasında söylenenlere bozuldun. çünkü istediğin her şeydi onlar. boktan bir apartmanın giriş katında, toplasan elli metrekare, şanslıysan biraz güneş alan bir ev için ne kadar uğraşman gerektiğini düşünüp üzüldün. oysa baksana; birileri zaten güzel evlerde yaşayıp senin istediğin gibi başka şehirlere taşınıyor. ışıl ışıl saçlarını savurup ağız dolusu gülümsüyor. gülmesin mi? haksız mı sence? sen de olsan aynısını yapardın. bu şehirde ne işin var, burada ne yapıyorsun allaşkına! homurdanan araban, onlarca arabanın ortasında öylece durduğunda, sen çirkin -o- binanın ne kadar çirkin olduğuna yine şaşırırken, korna seslerini duyup beynin çizildiğinde, önündeki arabada içilen sigara dumanının kokusu burnuna geldiğinde hep bunu sormuyor musun kendine? artık başka(larınının) şehirler(i) olan kendi şehirlerini aklına getiriyor, içinden çıkamadığın mutsuzluğa -bari- alışayım istiyorsun. istanbul zoruna gidiyor şekerim. öyle iyi biliyorsun ki bunu. şükretmen gerektiğini sana parmak sallayarak hatırlatan onlarca, yüzlerce canavar karşısında tiz sesle isyan eden birini duyuyorsun sen anca. şükretmekten, kötünün iyisi olmaktan, sana iyi gelmeyen övgüyü duymaktan, kalp kırmamak için derin nefesler almaktan çok sıkıldın.
yeni bir haber, başka bir şehir, ilk defa oturduğun o masada göreceğin o tatlı yüz artık o kadar da yakınında değil. ne güzeldi. ne çabuk ulaşmış, ne -layıkıyla- keyfine varmış, ne sevmiştin. şimdi çok uzaktalar biliyorsun. senin onlara ulaştığın, onlarla yaşadığın yaşta olanlara; benzerlerine ulaşma hevesi ve şansı olanlara imrenerek bakıyorsun.
sen aynı mekanlara hep aynı umutlarla gidiyorsun. seni umutsuz, hayalsiz, sevinçsiz zannediyorlar. oysa değilsin, bunu sen de biliyorsun. koca dünyanın bir gölgesinde, bir köşesinde biriyle selamlaşıp konuşmak, konuştukça gülümsemek, güldükçe mutlu olmak, mutlandıkça ayakların yerden kesilsin istiyorsun. sana birileri sürekli ne kadar tatlı, ne kadar da değerli olduğunu söylüyor. sen onları duyuyor, dikkatlice dinliyorsun. senin, onları duymadığını ya da ciddiye almadığını ima ettiklerinde için burkuluyor. oysa duyuyorsun, biliyorsun, farkındasın. insanın değeri biliniyor bilinmesine, kimin hakkını verdiğini kestiremiyorsun.
bu akşam, bir akşam, her akşam bir 'söz'ün var. kendine, annene, hayatına, çok sevdiğin arkadaşlarına, geceye, sabaha. hepsi aynı hisle kuşatıyor seni; hemen o sözü yerine getireceğine inanıyor, bunun için heyecanlanıyorsun. her defasında, aynı şiddetle heyecanlanıyorsun. her defasında olacak gibi. sonra hep başka şeyler oluyor şekerim; tüm sözler, tüm dilekler, tüm umutlar toz olup havaya karışıyor. o gözle görülmez toz senin nefesini nasıl da kesiyor anlıyorsun. insanın nefesi kesildi mi hayata teslim olası gelir, sen de oluyorsun. bahanen hazır. ne isyan var içinde, ne kızgınlık ne de öfke. durup duruveriyorsun hayatın ortasında. yavru kediler kocaman oluyor, o çok sevdiğin ağacın çiçekleri yere düşüyor, annen biraz daha zor yürüyor. bir ara nefes aldığını tekrar hissediyorsun, yüzüne bi renk, ruhuna bir can geliyor. sana şarkılar güç verecek, renkler umut aşılayacak, satırlar el verecek. gücün, umudun, elin zayıflayana kadar yine döndürüyorsun tekerini. yorulana, bıkana kadar.
şekerim. sana kolay gelsin. her şey çok zor. her şeyle gücünün sonuna kadar savaşmaktan başka çaren yok.