Panjur seslerinden huzursuz olup ikide bir salondan sokağa bakmıyorum o gün bugün olduğu gibi. Mevsimine inat pırıl pırıl bir günde kendi huzursuzluklarıma söz geçirmeye çalışıyor, pek tabii kendimi ikna edemiyorum. Koşabilseydim havanın cilvesine nazına ben de kanardım elbet ama mümkün değil. Hiç işime yaramıyor bu parıltı. Karanlığında biri ne yaparsa onları yapmaya çalışıyorum; yarım bırakılan videolar, bir saat sonra izlerim deyip anında unuttuğum filmler, aslında sevdiğim ama o esnada tat vermeyen şarkılar, yalandan sayfalarını çevirmeye bile zahmet etmediğim kitaplar. Oflamalar puflamalar. Bir duş alayım geçer.
Seni çok beğeniyorum, çok güzelsin. Sen bana çok nadir, gecenin sabaha uzandığı anlarda şarkılar gönderdin. Ben tabağı boş geri vermek istemedim ama bekledim, önce senin gönderdiğin şarkıları dinledim. O da dinler mi? O da bu şarkıyı sever, eminim sever. Sessizliğin, güzelliğine kanmayışın, iki satır da yazsan anlamlı bir şeyler deyişin gönlümü çeliyor. Nerede, hangi şehirde olduğumdan bile emin değilsin belki ama beklenmedik bir anda bir melodi olup aklımın içinde duruyorsun. Piyanonun ucunda biri var; çalıyor sakince. Sen de uzanmış dinliyorsun. Ben de.
Adadan dönmüşsün. O 'an' bilmiyordum bunu. Bir saat sonra -zaten- evden çıkacağımı söylüyorum sana. Yalan da değil. Sahile inmek, eski iskeleden kalan taşlara, koca kıçlı martılara, tüyleri parlak miskin kedilere bakmak iyi geliyor. Sen bana yazmamış olsan çıkar mıydım bilmem. Sahil burnumun dibinde. Hafta sonu kalabalığına karışmak, benden -tabii ki- daha alımlı onlarca insana gözümün ucuyla özenerek bakmak, sevgilileri kıskanmak, kendime daha çok üzülmek ister miyim çok da emin değilim. Sahil, eski iskelenin taşları, koca kıçlı martılar mümkünse ben ve benim gibi dalgın dalgın, soğuğa karanlığa rüzgara aldırmadan yürüyen insanlar olunca bana iyi geliyor. Kimse mutlu, alımlı, görkemli gözükmeyince. Herkes kendi halinde olunca.
Giyinirken yazdığın öykü geliyor aklıma. Çoğunu unuttum, neyi iyi hatırlıyorum ki zaten. Hikayenin ne kadar gerçek, ne kadar senden olduğunu hep merak ettim. Yüz yüze gelseydik soracaktım, uzun zaman geçti sorularımı da unuttum. Çok sıcaktı. Olduğun yer, anlattığın sahil. Taşlar sıcak, çadırın içi sıcak, deniz suyu bile sıcak. Seni sırtı dönük, saçlarında tuzla, ıslak koltuk altı kıllarına resmettim hep. Ortalık çoluk çocuk, hem nasıl kalabalık. Karadeniz her zaman olduğu gibi sevimsiz. Aynada kendime bakıyorum, biraz beğeniyorum hayret. Özenle ayakkabılarımı, dışarı çıktıktan beş dakika sonra üstümden çıkarıp elimde taşıyacağım yağmurluğumu giyiyorum.
Biraz işin var. Haber vereceksin bana bittiğinde. Ben her zaman yaptığım gibi aynı sokaklardan denize doğru iniyorum. Gözüm evlerde, açık perdelerin içinden görebildiğim hayatlarda. Sahil ana baba günü. Gökyüzü mavi değil gri ve güneş yırtıyor kendini. O kurşuni göğün arkasında sapsarı, pasparlak, kendini tutamayan bir ışık var. Adalar gri bir denizin ve göğün arasına sıkışmış görünmüyor. İçim sıkılıyor; karşında nası duracağımı bilmediğim için, uzun zamandır çok üzgün olduğum için, tepemde gri bulutlar olduğu için, herkesin yüzü güldüğü için, herkesin bir sevdiceği, çoluğu çocuğu olduğu için. Sıkılıyorum, öfkeleniyorum, sinirleniyorum. Caddebostan ışıklara varıyorum, senden -hala-ses yok. Tam da öyle düşünmüştüm ben de. Caddebostan ışıklara kadar ses çıkmazsa yukarı yürürken mesaj atacaktım sana.
'Ya sahil, ortalık çok kalabalık. Ben son zamanlarda pek iyi değilim, şimdi bu kalabalık da iyi gelmedi bana. Senin de işin uzun sürdü sanırım. Sonra belki görüşürüz.'
Sonra mesaj geldi. Çimlerdesin, denize bakıyorsun. Yanına geleyim mi diye sordum. Sorar sormaz pişman oldum. Uzun uzun, tane tane anlatmışsın. Neden adaya gittiğini, neden şimdi çimlerde olduğunu, neden benimle konuşmak görüşmek istediğini. Çirkin sözler, beklenmedik cümleler çıkmış ağzınızdan. Olur öyle şeyler. Şimdi değil diyorsun anladım. Şimdi gelme yanıma. Gideceğin evin var, sarılacağın, alıştığın bildiğin biri de. İnsan hayatından, evinin kokusundan, sevdiğinin bakışından, rotasından kolay vazgeçemiyor biliyorum. Hızlıca bir şeyler yazıyorum sana. Bir sağa bir sola dönüyorum sokaklarda. Kaybolacak halim yok, yine çıkacağım yollar belli, gideceğim yer belli. Gözüm dolar zannediyorum dolmuyor. Taş oturuyor içime. Öfkeli değilim, üzgün değilim, kızgın değilim ama hepsiyim. Bekliyordum oldu. Böyle şeyler olur. Benim hüznüm bana kalır.
Şimdi herkes evine gitsin, usulca üstünü çıkarsın, o koltuğa yatağa uzansın. Güneş denize kendini bıraktıktan sonra sahil de ıssızlaşır. Ben dinleyeceğim şarkıları biliyorum, uyanınca ne yapacağımı biliyorum. 'Onlar' kendi dünyalarına karışsın.
Resim: Anton Kolig - Wounded Man