arkadaşlık kırılgan bir şey, birden yok olabiliyor. ben herkesle arkadaşlık edebilirim, ettim de, teknik olarak mümkün. iyi bir uygulayıcı olman gerekiyor, cinsellikte tekniğim iyidir diye bir şey var, bence arkadaşlıkta da var. arkadaşlıkta benim tekniğim iyidir. dinleye anlaya giderim. adını hatırlamadığım fransız bir yazarda okumuştum, mealen arkadaşımın bir gözü oyuksa diğer profilinden bakarım diyor, işte bu benim. her şeyden çok sevgiye ihtiyacım var hayatta. her türlü sevgiye varım. sapkın olanına bile, hatta özellikle sapkın olanına, bayılırım sapkınlığın insanı perişan etmesine, bırakılıncaya kadar direnirim. bugüne kadar bu mükemmel teknikle ( ters profile geçme ) geldim. geçen yıl, 63 yaşıma geldiğimde aldığım bir karar tekniğimi bozdu, bunu öngörmemiştim, benim insanlara söylemediğim şeyleri insanların bana söylemesine ( senin bir gözün oyuk ) artık izin ver(e)meyeceğimi yakınlarıma açıkça bildirdikten sonra, o yıl, üç dört arkadaş kaybettim, kararımı uygulayınca bir çeşit glitch oluştu, oyuk olan gözden kaçamaz oldum. gidenleri geri alır mıyım, bilmiyorum, dediğim gibi arkadaşlık kırılgan bir şey, birden yok olabiliyor.
İki üç önceki günlerden birinin sabahında elimde kahvem Ahmet Güntan'ın 'çene. anlık notlar, anlık iletiler' başlığı altında yazdıklarını okuyordum. Ahmet Güntan hayatıma İstanbul'dayken Erim'in ve Umut'un sayesinde girdi, çok güzel bir akşam geçiriyorduk, Umut galiba, aniden kalkıp Erim'in kütüphanesinden iki üç kitap çıkardı, masaya koydu, birinin kapağını açtı ve ben böylece Ahmet Güntan'la tanıştım. İki kitabı ve Lale Müldür ile beraber yazdıkları 'Voyıcır 2' benimle Hollanda'ya geldi. Yıllar sonra ihmal ettiğim o kelimeler dünyasına adım atmak, başka mısraları dikkatle okumak, virgülün durduğu yere hayran olmak uzun süredir hissetmediğim bir açlık hissetmeme sebep oldu. Yukarıdaki notun da olduğu sayfayı* nasıl buldum hatırlamıyorum, oradan oraya gezinirken karşıma çıkmış olmalı.
Bir buçuk sene oldu aşağı yukarı, çok sevdiğim bir arkadaşımla -artık- görüşmüyoruz. Kavga yok gürültü yok, kötü söylenmiş bir söz yok, kendiliğinden, muhtemelen biraz kırılarak yavaş yavaş sislere karıştık. Yaklaşık 20 senelik bir gönül bağımız var, yıllarca ayrı ülkelerde ve birbirimize çok uzak yaşadık ama günlük muhabbetimizi hep taze tutmaya, hayatımızın sadece belirli dönüm noktalarında değil de hiçbir şey olmadığı zamanlarında da birbirimize el sallamaya, burdayım demeye gayret ettik. Yapabildiğimiz zaman da dünyanın bazı şehirlerinde buluştuk, arabaya bindik sağlı sollu maviliklerle kuşandık, akılları baştan alan manzaralı balkonlarda onun tabiriyle 'günün en güzel saatlerinde' cin tonik içip şarkılar dinledik. En son 2019 Ağustos'unda dünyanın en güzel şehirlerinden birinde buluştuk, hasret giderdik, sarıldık, gülüştük. Dört günün sonunda herkes evine döndü, birkaç ay sonra ise muhabbetimizi -bilerek bilmeyerek isteyerek istemeyerek- bitirdik.
Madem arkadaşlığın tanımını yaparak ilerliyoruz, ben de bir şeyler söylemek isterim. Arkadaşlık hızlıca, pek düşünülmeden sarılan bir yumak esasen. Televizyonda sevdiğimiz diziyi izler gibi bakmadan, otomatik hareketlerle devam ettiriyoruz biraz. Arada ipin ucu kaçıyor, ip başka yere dolanıyor, o yumağın bir yeri düğüm oluyor, biz üstüne hızlıca -yine eskisi gibi- sararsak yine beklediğimiz gibi olacak zannediyoruz belki de. Olmuyor bazen. Takıldığını anlıyorsun, yanlış bir şey yaptığını biliyorsun; içinden bi his bunu sana aslında söylüyor ama devam ediyorsun. Sonra bir yerde durup bakıyorsun, şekilsiz, birbirinin içine geçmiş, açması imkansız olmayan ama oldukça zor bir yumak kalıyor elinde. Bazen inat edip sabırla, dudaklarını ısıra ısıra, arada molalar vere vere geriye gidiyor, açıyorsun o yumağı ve sonra daha yavaş daha özenli bir şekilde tekrar sarıyorsun. Bazen de o yumak evin bir yerinde, bir çekmecede, o halde duruyor sonsuza kadar. Sonra bir ara halledeceğini zannediyorsun ama o an asla gelmiyor. İkimiz de çekmecelerde o yumağı bir yerde tutuyoruz sanırım. Herkes evinin başka bir odasında, başka şeyler görüyor camdan bakınca.
Herkesin arkadaşlıkla ilgili bir bildiği, beklentisi, duruşu, yöntemi var. Formülü belli olan bir durumdan bahsetmiyoruz; ana göre değişen, kimi zaman yoğunlaşan, kimi zaman seyrelen, buharlaşan, gürül gürül akıp giden bir ilişki bu. Ben Ahmet Güntan'ın yazdıklarını okuyunca önce, 'kendi' arkadaşlık tanımımı biri benim yerime öyle güzel yazmış zannettim, sevindim. Kaleminden çıkana güvendiğim birinin yazdıklarını başucu satırları yapmayı, gönlümün bir köşesinde kitleyip tutmayı severim. Kendim uğraşıp kendimle ilgili olanı bulmaktansa birinin bana bunu söylemesi daha çok işime gelir. Sonra defalarca tekrar tekrar okudum, defterime yazdım ve kendimi orada bulmadım, yaptıklarımı, hissettiklerimi, beklentilerimi tekrar gözden geçirince orada yazan arkadaşlık tekniğini çok da uygulamadığımı fark ettim ama arkadaşlıkla ilgili, kendi arkadaşlık yöntemimle ilgili en az o satırlar kadar berrak fikirlere varmak istedim. Daha doğrusu buna öykündüm diyeyim. Başka yazılarımda da, büyük büyük kurduğum cümlelerde de, Twitter'da Instagram'da duramayıp zivziv yazdığım kısa (uzun) metinlerde de arkadaşlığın benim için ne kadar değerli olduğunu, bunun için elimden geleni yaptığımı defalarca tekrarladığımı biliyorum. Dediklerimde bu kadar içten miyim kimi zaman sorguluyorum. Ters profile bakan biri miyim, bana ters profilden bakılmasını istiyor muyum, istemiyorsam bunu açıkça arkadaşlarımdan rica ettim mi, o 'glitch' kiminle, hangi durumlarda oluştu bilmiyorum. Sorularımı çoğaltabilirim ama cevapları olmadıkça bu beni sadece daha çok telaşlandırır.
İnsanın kafasında -ve bazen dilinde- hemen şekillendirdiği, kurmaktan asla çekinmediği kendisi dolu gibi gözüken ama aslen içi boş cümleler oluyor. Böyle cümleler kurmamak için uzun zaman bahsettiğim kişiyle artık görüşmediğimi ortak arkadaşlarımıza ya da başkalarına söylemedim. Adı geçtiğinde genel cevaplar ya da sıradan tepkiler verdim, kimsenin fark etmesini istemedim. Burada kendi karanlığına gömülen bir arkadaşlık ilişkisine saygılı davranıp ve olgunca davrandığımı düşünürken bir süre sonra bahanemi bulup, kendimi de haklı çıkararak sosyal medyada kendimin ve onun birbirimize görünmez olmamızı istedim ve ne yapabiliyorsam yaptım. İçten içe birileri fark etsin, 'aaa bunlar artık görüşmüyor.' desin istedim sanırım. Ya da arkadaşımın bunu fark edip 'gerizekalııı' deyip telefonunu koltuğa fırlatmasını bekledim, bilmiyorum. Öfkeli değilim zannediyorum ama bazen ondan bahsederken sinirleniyorum, kurduğum cümlelere dikkat etmek istiyorum ama bazen haddimi aşıyorum. Başına böyle şeyler gelen, böyle hisseden dünyadaki ilk insan ben değilim elbet, kendi kendine biten milyonlarca arkadaşlık ilişkisinin de sırf bana ait bir şey olmadığının farkındayım ama bunlar kendi dünyamı yerinden sarsacak kadar önemli haller. Muhtemelen ölene kadar kafamı kurcalayacak, beni huzursuz edecek, cevabını bulamadıkça beni daha da kendi gözümde anlamsız duruma düşürecek.
Yine de, hayatında kendi bulduğun, kendi sözlerinle limanına yanaştığın, örüp sırtını yasladığın duvarı beraber yarattığın, dünyadaki en güzel şey olan kahkahanı paylaştığın birinin, birilerinin olması tarif edilmeyecek kadar güzel. Mükemmel bir tekniğim yok, mükemmel olduğunu zannettiğim bir tekniğim yok, tekniğim -bile- yok. Varsa ben bilmiyorum, bilip de uyguluyorsam farkında değilim. Hata yaptığımı, zaman zaman nazik olmadığımı, bencilleşebildiğimi, hadsizce sahiplendiğimi, herkesin kendine ördüğü kozasına bazen arsızca daldığımı bilmiyorum. Bunları bana yaparsa büyük ihtimalle affedebileceğim, çok nadir de olsa tokatlaya tokatlaya sersem edeceğim insanlar var. Benim ne yapacağımı tahmin ediyorlar mı? Daha doğrusu ben ne yapacağımı biliyor muyum? Emin olduğum tek şey var; sevgiye -tam da yazıldığı gibi, sapkın olanına bile- ihtiyacım olduğu. Bundan gocunmuyorum, bunu acizlik olarak görmüyorum. Sevgiye sadece arkadaşlık aracılığı ile değil her türlü başka hallerle ulaşmaya, onu içimde barındırmaya bayılıyorum. Bunun dışında olup bitenler ise hep aktığı yere göre şekillenecek sanırım. Ben nerede olurum, kafam nerede durur konumlandıramıyorum. 63 yaşımda mı, daha erken zamanlarda mı bir şeyler dank eder, o güne kadar ne yaptığımı anlamış olur muyum hiçbir fikrim yok. Okudukça, yazdıkça gözümün önü açılır belki.
* http://www.160incikilometre.com/urun/senin-deneysel-dedigin-sey-benim-hayatim-ahmet-guntandan-cene-anlik-notlar-anlik-iletiler/