eylül'ü anlatmaya zeplin'e geldim. sanki zeplin'e gelmem için bir bahaneye ihtiyacım var. dün, 11 günlük tatilden sonra istanbul'a döndüm. tatil o kadar güzel geçti ki layıkıyla anlatabilir miyim emin değilim. ayın, tatil önceki kısmı pek net değil bende. psikiyatristimle görüşmem nasıl geçti, onu hatırlıyorum. daha doğrusu şöyle: başka bir konuyu konuşacakken, kendi ellerimle kendimi aslında konuşmaya hiç niyetli olmadığım bir konuya getirdim; içkiye olan bağımlılığıma. başka dertli bir konudan bahsedeceğimize anlaşmıştık doktorumla oysa. içkiye çok teşne olduğumu ama artık bundan kurtulmak istediğimi söyledim. içki içmeden seks yapmak istediğimi, içki içmeden de yazma arzumu tekrarladım durdum. (ve şu anda zeplin'de bira içerken bunu yazıyorum. pes doğrusu.) seans bittiğinde kötü değildim ama tatsız bir halim vardı. konuşacağımızı düşündüğüm dertli konuyu yarın konuşacağız. ben yine boşboğazlık edip başka şeylerden bahsetmezsen tabii.
ayın 10'unda viyana'dan teyzem geldi. tatlı teyzuşumu ablamla havaalanından aldık, anneme bıraktık. teyzemi çok seviyorum. onu, o yavaş ve kendi halindeki ritminde izlemek; onun, benim aklıma 40 yıl düşünsem gelmez gözlemlerine şaşırmak, onca sevgisinden payıma düşeni almak beni her zaman çok mutlu ediyor. annemle teyzemi 16'sında çandarlı'ya götürdüm. yola çıkmadan birkaç gün önce de 'düldül'ü bakım için servise götürdüm. kendisi iyi durumda, merak edenlerine selamları var. tamirci birey yaptığı, onardığı şeyleri bana usulca anlattı, ben de hepsini anlarmış gibi yapıp "ay vallahi elinize sağlık!" deyip ayrıldım mekandan. tatlı arabam bana bir süre daha sorun ve masraf çıkarmazsa çok sevinirim. zira babamın deyimiyle 'sülalemi satsam' araba alamam. çandarlı'dan dönerken bademli'de deniz molası verdim. alper'in instagram hikayelerinden görüp bayılmıştım bademli'ye. sahili inanılmaz güzel, açık mavi / turkuvaz, sepserin bir denizi var. istanbul'a dönerken bergama'da otostop çeken iki genci arabaya aldım. ilk yarım saat öldürüleceğim korkusuyla altıma küçük küçük sıçtım ama beklediğim şey olmadı. gençler arabaya biner binmez uyudu (foça'da bir müzik festivalinde kudurmuşlar) ve neredeyse istanbul'a vardığımızda uyandı.
iş biraz koşturmacalıydı. baş edebildim, o yüzden çok sorun etmedim, etmiyorum ama her zaman böyle olmazsa sevinirim. iş hayatımı önemsiyorum ve işimi iyi yapmaya çalışıyorum ancak boşa giden zaman ve insanların çok sevdiği ve hiçbir yere varmayan muhabbet çok asabımı bozuyor. bunlara muhatap olmamak için elimden geleni yapıyorum, bu çaba da insanı bazen çok yoruyor.
tatilin ilk ayağı viyana idi. orada neredeyse 50 senedir yaşayan teyzemden evinin anahtarını aldım ve 19'unda viyana'ya uçtum. aylar öncesinden sibel'le björk konserine bilet almıştık. programımıza deniz de dahil oldu. nazan da bir konferans için viyana'daydı. hep beraber teyzemin evini kızlar yurduna çevirdik böylece. viyana 'benim' diyebildiğim şehirlerden birisi. istanbul ile eşdeğer bir önemi var kalbimde. en az onun kadar köklü bir gönül sızısı. orada, çok sevdiklerimle, o kokusunu bildiğim güzel evde olmanın, ilk akşamımızda björk'ün o büyülü sahnesini görmemizin şaşkınlığını ve gerçekliğini pek üstümden atamadım. konserin ilk 15 dakikasında gözlerim dolu doluydu, konser boyunca ise ürperdim. sanki biri buz gibi elini
sürekli enseme değdirdi. duyduklarım, gördüklerim, hissettiklerim muhteşemdi. viyana günlerimizden birini bratislava'ya ayırdık. trenle gittik, akşamüstü kuzenim ati arabasıyla viyana'dan geldi ve bizi bratislava'ya yarım saat 45 dakika uzaklıktaki bir kasabaya yemeğe götürdü. ati dışında hiçbir kuzenimi göremedim bu sefer, bir sonraki sefere umarım. bratislava'ya seneler önce gittiğimde çok tatlı ve küçük bir şehirdi. hala öyle bir şehir. sokaklarında gezindik, biralarımızı içtik.
23'ünde, cumartesi günü deniz eindhoven'a, sibel ve nazan berlin'e gitti. ben de o gün atina'ya uçtum. pire'de otelime gece yarısına yakın ulaştım. pire gece bile çok sıcak ve her zamanki gibi çok sevimsizdi. hiç oyalanmadan uyudum. sabah spanakopita alıp limanın e9 kapısına yürüdüm. beni serifos'a götürecek katamaran çoktan yolcuları almaya hazır beklemedeydi. bir hevesle ve heyecanla katamarana bindim koltuğuma oturdum.
serifos yunanistan'da gördüğüm 23. ada. bu yaz da bir kiklad adası'na gitmek istedim. kiklad adalarının o boz tepeleri, o boz tepelerin eteklerindeki beyaz evleri, daracık sokakları, o muhteşem plajları, hiç görmediğim bitkileri ve o hiç anlatamadığım kokusu beni mutlu ediyor. zamanım, enerjim ve param olursa hep bir kiklad adası'nda yazı bitirmek istiyorum. serifos bana çok iyi geldi, şahane bir otelde kaldım, plajlar bomboştu, deniz içimi açtı. sabah güneş doğarken de yüzdüm, gece indiğinde karanlıkta da yüzdüm. böyle şeyleri yapabilen biri değildim, yapabildiğimi gördüm, kendimle gurur duydum. insanlar çok sevimli, kibar ve ilgili idi. kimseden bir kabalık, hıyarlık, terbiyesizlik görmedim. gönlümce yedim, gönlümce içtim, üçüncü gün belimin biraz ağzına sıçsam bile keyfimi bozmadım. odamın balkonundan chora'ya, tepeye baktım, sazlıklar sallandı onları izledim. serifos çok güzel adaymış. siz de gidin.
perşembe akşamüstü atina'ya geçtim. eve (airbnb) geldiğimde saat akşam 9'u geçiyordu. ofisin olduğu sokağın bir sokak paralelindeydi. bu sefer pangrati'de kalmak istemedim ama çok uzaklaşamadım. yine tanıdık bir yerde olmak ama kendimi üzmek istemedim. bu sefer sokağımızdan, evimizin önünden geçmedim. stelios'un arabasını da görmedim, o her zaman gittiğim bara da gitmedim. mastra'da yemek de yemedim. tüm bunları yapmadığım için biraz üzgündüm ama iyi ki yapmadım. yeter. yas tutmaktan, geçmişe bakmaktan, geçmişin geleceğe istediğim gibi evrilmemesinin üzüntüsünden bıktım. kendime atina'da iki yeni tişört, bir yeni çanta aldım. çantayı aldığım dükkan flaneur, şehirde en sevdiğim dükkanlardan. sahibi yannis ordaydı, onunla yarım saat muhabbet ettim. her sene onu görmek, onun o kikirdek konuşmasını dinlemek bana iyi geliyor. alekos fassianos müzesi açıldı bu sene, onu zaten görmek istiyordum, koşa koşa gittim. ilk akşam vlassis ( o sokaktan bin kere geçmeme rağmen asla dikkatimi çekmemiş) diye bi mekanda, ikinci akşamımda ise çoktandır gözüme kestirdiğim lsandsia'da yemek yedim. iki mekanda da aklım çıktı, bi ara üşenmezsem de onları yazacağım. kesin üşeneceğim ama du bakalım. atina'da yeni mekanlar açılmış, yeni kalabalıklar var. hepsine yaşlı bir moruk gibi baktım durdum. şehrin en köhne, en sevimsiz zamanlarında orada yaşamış biri olduğum için kıskandım. eindhoven için de aynı şeyi hissetmiştim, sanki ben gittikten sonra o şehir parıldıyor. ve bensiz hepsi daha iyi bir hale bürünüyor. merhaba psikiyatristim, seninle konuşacak bir konumuz daha var.
bu ay 12 eylül sergisi depo'da ziyaretçilere kapısını açtı, sevimciğim serginin emektarlarından biri, özgülcüğüm de sergiye bir metin ile katkıda bulundu. açılışına gittik ancak o kadar kalabalıktı ki sergiyi gezemedim bile. bu ay sergiyi uzun uzun gezeceğim. melda'yla çok güzel bir gece geçirdik pennylane'de. bu ay nora ve volkan'ın o güzeller güzeli evlerine gittik, o tatlı bebelerini gördük, akşam aztek'te rakımızı içtik. ablacığım marmaris'e gitti, babam kendi memleketindeydi. merve ve gözde'yle şahane bir pizza şarap gecesi yaptık.
bu ay çok sefer grian chatten dinledim. irlandalı genco sabahın köründe arabamda, günün ortasında iş yaparken, bi ara yine hiç mutlu olmayacağımı hissedip hayatımın sonuna kadar böyle yaşacağımı düşünüp korktuğumda hep benimleydi. o yüzden bu ayın şarkısı onun olsun. eylül bitti. ben eylül'ü çok severim. bir sonraki eylül'de umarım çok daha iyi hissederim.
Commentaires