Umarım içinde yaşadığımız bu karmaşayı olabildiğince iyi idare ediyorsun, bundan neredeyse eminim. Seni şefkatle ve çok sevgi ile anıyorum, hep düşünüyorum.
25 Mart akşamı telefonuma düşmüş bu mesaj, ben o esnada film izliyordum. Mutfağa geldim, şarj olmuş mu diye telefonu elime aldım ve mesajı gördüm. Sonunda sesin çıktı Sarı, sonunda bi şeyler yazabildin, sonunda gözüm doldu. Dünyanın sonu gelir gibi hissederken hatrımı sorman aklına geldi, teşekkürler iki gözüm.
Bugün öyle güzel bir gün geçirdim ki, dünya yanıyormuş, kaygılar kulağımızın içindeymiş, hepsini - neredeyse - unuttum. 23 derece falandı hava, güneş pırıl pırıldı, çorapları çıkarıp çimlere bastım, çimler hafif ıslaktı, Anka hemen yanıma geldi, yine durmadan konuştu, oynayacağımız oyunun kurallarını kendi kendine belirledi. Ben çıplak ayağımla biri yeşil, diğeri beyaz bir topa dokundum. Ankuş ne tatlı, çimler ne güzel, ayaklarım ne pembe, kadehteki şarabım ne leziz. Ne çalıyor şu an? Dur birazdan ben bir şeyler çalarım.
Uzun uzun yazdın, Atina'da sokağa çıkma yasağından bile önce en sevdiğin (sana hiçbir zaman söylemedim ama benim de en sevdiğim) arkadaşının evine yerleştiğini. Şehrin kuzeyinde, Drosia'da, o iki üç katlı, bahçeli evin, misafir kısmında yaşadığını itiraf ettin. Ekip biçiyormuşsun, çiçeklere bakıyormuşsun, arkadaşının oğlu ve köpekleri ile oynuyormuşsun, bir şeyler çiziyormuşsun, film izliyormuşsun. Hepsini yaptığına eminim, bana yalan söylemezsin ama en çok ekip biçtiğine eminim. Ağzında sigarayla, sakin sakin, yavaş yavaş, o çiçeğe bir yer bulduğuna, o yaprağın tozunu aldığına, o toprağı güzel ellerinle kazdığına eminim. Gözümün önünde pırıl pırılsın.
Eindhoven'a geldiğimden beri garip bi dönem içindeyim. Tam toparlandım, toparlanacağım, yolumu çizeceğim derken Corona boku çıktı başımıza. Endişeli biri olmamak için kendimi zaten eğitmeye çabalarken bir de bununla baş etmek zorunda kaldım. Sakin kalmaya çalışıyorum, düzgün davranmaya, drama kraliçesi gibi olmamaya. Parklar benim, attığım yüzlerce adımın birinde gördüğüm, gülümsediğim kişi benim, o evin balkonunda güneşlenen insan da benim. Hava güzel, hava şahane, güneş pırıl pırıl. İyi ki gelmişim. İyi ki dönmüş tilki, kürkçü dükkanına.
Annene söylemişsin, açıklamışsın her şeyi. Beni, beraber yaşadığımız ilişkimizi anlatmışsın, ondan yardım istemişsin, o da sana anne şefkatini hiç çekinmeden sunmuş, pedi muuu demiş. İşine son vermişsin, artık avukatlık yapmıyormuşsun, diğer işinden de elini eteğini çekmişsin. Sen dünyanın durmasını beklemişsin, dünya durunca mutlu olabilecek 4 kişiden biriydin, layıkıyla mutlu olmuşsun. Bazen hiç yataktan kalkmayacakmışsın gibi gelirdi, yatakta ölü gibi dururdun, sağ kaşına güneş düşerdi sarı sarı, yine hareket etmezdin. Hep üzgündün, sen üzgün olunca ben sinirlenirdim.
Atina'ya bir veda yazım olsun istedim hep. Son günlerde denedim olmadı, İstanbul'daydım bi süre, yazarım dedim olmadı. Eindhoven'a uçarken, uçakta yazarım dedim, o zaten hiç olmadı. Atina'dan nasıl kaçtığımı bilemedim, o beton şehri, o sakallı adamları, o tatlı insanları nasıl ardımda bıraktım bilmiyorum. Burada, Hollanda'da çok güzel anların ardında anıyorum Atina'yı. Biz ayrıldık, biz bittik, sen çirkin bi şehirdin, ben çok iyi bir şehirliydim.
İçinde yaşadığımız bu karmaşayı olabildiğince iyi idare ediyorum. Ben de seni şefkatle, güzellikle anıyorum. O güzel gözlerinden yaş inmesin. Ağladığın zaman elim kolum bağlı, çaresizdim. Gözlerini, hep gülerken görmek isterim.