Yaklaşık bir buçuk ay sonra yine Atina'dayım. Beraber dört sene yaşadığımız bu güzel, bu kocaman teraslı evden yavaş yavaş çıkıyorum. Perşembe sabahı kapıyı son kez kapatacağım, şu an Çarşamba'nın ilk saatleri. Az kaldı. O, burada yok, tahmin edersiniz. Girit'te olduğuna eminim.
2015 yazında Hollanda'dan Atina'ya bir buçuk valizle gelmiştim, ne bileyim, belki bazılarının 10 günlük tatil valizi ağırlığı kadardı taşıdığım. 4 sene içinde o bir buçuk valiz 'üç' olmuş, bunu öğrendim. Bir sırt çantasına sığacak kadar da kahve bardağı, mumluk, kişisel hediyeler var. Çok seyahat ettiği, çok fazla iş gezisine çıktığı için bu evde ayrılık sonrası gereğinden fazla bulunabildim, şanslıyım. Karşılaşmak, son bir ayrılık konuşması yapmak zorunda kalmadık. Normalde insanlar bir günde toparlanırlar, toparlanmak zorundadırlar ya da. Yunanistan'dan hiçbir şey öğrenmediysem, her şeyin oldukça yavaş işlediğini ama bir şekilde sonuçlandığını öğrendim, son bilmem kaç haftadır da bunu deneyimliyorum.
Evdeki dolaplarda eşyalarım var haliyle, onları sakin kafayla toparlamaya çalışıyorum. Hangi gömlek benimdi, hangi kazak neredeydi bir anda bulunmuyor. 4 senede iç içe geçmiş her şey; onun gömleğinin üstünde, aynı askıda gömleğim var. Onun 4 kazağının altında benim zavallı kazağım duruyor, getirdiğimi bile unutmuşum. Donlarımızı Jennifer özenle katlamış, yan yana sıralamış. Yıllar sonra dikkati toplamak ne zor. Bu eve yerleştiğimde üstümde güzel duran giysilerim varmış, tombul biri olduğum için artık giyemiyorum ama atmaya kıyamamışım.
Kazak, don, gömlek onların hepsini insan valize hiç düşünmeden atıyor. Ama bazı eşyalar var; benim mi, onun mu, bizim mi olduğuna karar veremediğim. O eşyalara bakıyorum bi süre, hemen valize atıyorum. Sonra onların 'bu' evin eşyası olduğuna karar verip geri alıyorum valizden. Üç saat geçiyor, kafam atıyor, her şey benim lan diyorum yine valize alıyorum. Pek bilmiyorum ne yaptığımı.
Salı günü öğlen Atina'ya varıp, bu evin kapısını açtığımda sadece ağlamak istedim. Ağlamadım, uyudum. Sürekli uyur gibi yaptım doğrusu; Beyaz Magazin deccal kadınlarını izledim, sonra bi takım havacılık belgesellerini. Bir ara kötü yemek ısmarladım, yatak üstünde yedim, sonra yine uyumaya çalıştım. Akşam oldu, güneş kaçtı gitti, bej valizime elime en kolay gelen şeyleri doldurdum, ofise götürdüm. Ofisten yeni evime götüreceğim çünkü hepsini Perşembe günü. Yolda böyle nasıl ağlamaklıyım, içim nasıl şişmiş, nefes alamıyorum. Canım çok sıkıldı halime, Hilton'un önünden geçerken şarkı söylemeye başladım. Asya'nın 'Son Gece' diye bir şarkısı vardır, belki bazılarınız biliyordur. Asya'yı çok severim.
'Aldırma ağlıyorsam, zamanla küllenir acılarım'
Nakarat bu cümleyle başlar. 90'ların ortalama yavaş pop şarkılarından biridir. Neden bu şarkıyı aniden söylediğim hiç sorgulamadım, canım bu şarkıyı söylemek istiyordu, valizimi sürükleye sürükleye bu şarkıyı söyledim.
'Yok yaşanmaz aynı çılgınlık, senle olmaz, asla olmaz artık'
Bu kötü sözleri ağzımdan inleye inleye çıkardığıma inanamıyorum bir yandan. Hangi çılgınlık ya? Asla diye bir şey de yok zaten. Ofise geldim, valizin içindekileri dolaplara yerleştirdim. O valiz birkaç kez daha dolacaktı çünkü. Üçmüş meğer. Üç valizlik yaşamışım ben bu evde. Boş valizle döndüm 4 sene yaşadığımız eve. Uyudum, bu sefer gerçekten uyudum.
Şu satırları yazdığım gün Çarşamba, saat 02:13. Yemek yaptım, derin dondurucudaki -benim aldığım- malzemelerle yaptım bir şeyler. Şu an yiyeceğimden değil, sadece son kez, bu evde yemek yapmak istedim. Güzel yemek yaptıkça neşeleneceğimizi, mutlu olacağımızı düşünüyordum çünkü. O yüzden genelde başka malzemeler benim sayemde girerdi eve. Mis gibi şeyler yeriz terasımızda, sebzesi balığı oh bir de zeytinyağlısı. Bu eve çok güzel tencereler, tavalar, bardaklar aldım o yüzden. Onları kullanarak son yemeğimi yaptım. Hepsini tıksırana, kusana kadar kendim yiyeceğim. Bu evden çıktığımda tek bir pirinç tanesi kalmayacak o tencerede.
Şimdi terasta Asya'yı tekrar dinlemeye başladım. Neden durup dururken dün gece, Salı gecesi, o valizi sürüklerken 'Son Gece' şarkısını söylemeye başladığımı anladım. Ben şarkıların sözüne asla dikkat etmem, melodisi güzelse o şarkıyı severim. Sonra sözler - belki - anlam kazanır. Ama bu şarkıyı şimdi tekrar 98 kere dinlediğimde sadece şu cümleye takıldı aklım. Belli ki zihnimiz bizi her zaman şaşırtabiliyor.
'Sevgi yetmez çok yalnızız, çok mutsuzuz.'
Mutsuzluğa inatla, kör gözle devam etmeyeceğim için kendimle gurur duyuyorum. Yalnızlığımı sadece kendimle paylaşacağım için de. Eşyalar, şarkılar, gömlekler birilerinin hayatında, odasında asılı kalır, bir süre sonra çeker gider.
Yeter ki içimiz çürümesin.