Yazı yayınlanma tarihi: Haziran 2018 (www.themahmut.com)
7 sene yaşadığım ve son zamanlarda oldukça sık hatırlayıp, özlediğim Hollanda hakkında daha önce Yaşam Rehberi yazısını paylaşmıştım burada. O, daha genel, daha tavsiye veren, daha -pek bir duygusu olmayan- bir yazıydı. Uzun zamandır, ortalama bir Hollandalı'dan; daha çok köşesini, kasabasını gördüğüm bu ülke hakkında, oradaki yaşantım hakkında, orada benim hayatıma iz bırakmış şehirler hakkında bir şeyler yazmak istiyordum açıkçası. Notlar aldım, şehirleri belirli bi sayıya indirmek istedim, birbirleriyle bağlantıları olsun, sürekliliği olan bir yazı dizisi olsun istedim. Hepsi boşa gitti. O notlar, kağıtlar, kalemimden damlayan yazılar bi yerde duruyor ve ben şu an, sadece bu seriye başlamak istiyorum.
Aslında kafamda çok tarafsız, beni, seçtiğim şehirlerde etkileyen şeyleri yazma fikri vardı ama sonra bu yazıların biraz daha özel biraz daha kişisel olmasına karar verdim. Tam da şu anda esasen. O yüzden kategori olarak hem seyahat hem de günlük seçtim. "Babanın tarlası mı ulan burası?" diye soracak olanlar olabilir, haklısınız. Babamın tarlası olmasa da çok sevdiğim insanlarla, yazının gücüne inandığım bi platform Mahmut benim için. Ben de havalı bir lifestyle dergisi yazarıymışcasına çok paylaşılan, çok tarafsız, çok nötr şeyler yazmak isterdim ama genelde buraya içimi döküyorum.
Hollanda şehirlerimi 5 yazıda size anlatmaya çalışacağım. Bu yazı Eindhoven ile bir başlangıç. Neden Eindhoven derseniz? Çünkü 7 sene Eindhoven'da yaşadım. Son yazı da burası hakkında olacak, açılışı ve kapanışı cancağızım şehrimle yapacağım. Bu yazı sonrası içimi hala sızlatan Amsterdam, bir sonraki sefer Hollanda'nın en gönlümü okşayan şehri Utrecht, sonrasında ise yine sonrasında deli kararlar almama sebep, hep hor gördüğüm ama sonra delicesine sevdiğim Rotterdam yazıları karşınızda olacak. Dediğim gibi kapanışı yine değerlim Eindhoven ile yapacağım. Bütün yazılar ne zaman biter bilmiyorum, belki 2029 Ekim. Hadi o zaman. Büyük Türküye.
27 Ağustos 2008. Amsterdam Schiphol’den bindiğim trenle 1,5 saat sonra Eindhoven’a ulaşıyorum. Bir büyük valiz var sadece yanımda. Bir de sırt çantası. Geri kalan eşyalar -ki çok değiller- İstanbul’dan iki hafta içinde gelecek. Başka bir şehirdeki yaşamımın ilk günü için oldukça yüksüzüm aslında. Kısa bir taksi yolculuğu sonrası gergin gergin, evimin anahtarlarını bana verecek ve ilerleyen günlerde neler yapmam gerektiğini söylecek insan kaynakları ablasının olduğu binanın önündeyim. Sigara içip mi girsem? Yok kokmayayım kadına. Giriyorum içeri. Ingeborg Hanım gergin hallerimi anlayıp, sakin sakin konuşarak, küçük tatlı şakalar yaparak sakinleştiriyor beni. Bu evimin anahtarı, o evde en fazla 3 ay kalabilirim, sonra kendi evimi kendim bulmam gerek, bu ilk iş günümde gitmek gereken ve oryantasyon toplantısının yapılacağı bina, bu o toplantı için gerekli bilgileri okuyabileceğim dokümanlarla dolu dosya, bu verem testi yaptırmam gereken sağlık merkezinin adresi ve telefon numarası, bu ise 5 senelik oturma ve çalışma izni kartım. Teşekkür Ingeborg!
7 sene yaşadığım bu şehirde sanırım en fazla 5 kere taksiye binmişimdir, işte o gün ikinci kez taksiye biniyor ve evime gidiyorum. Evim. 3 aylık ama olsun, benim evim. İyelik ekini kullanıyor olmanın inanılmaz hazzı var, delirmişim mutluluktan; evim, anahtarlarım, şehrim, işim, oturma iznim. Hepsi benim. Eski ama Eindhoven standartlarına göre oldukça yüksek bir apartmanda 8. katta evim. 90’lar mobilyaları ile döşenmiş, halı kaplı. Halıyı görünce bi içim titremiyor değil ama artık şımarıklığın lüzumu yok Ozan efendi. Askısından tenceresine, yatak çarşaflarından bulaşık deterjanına her şey var evde. Biri evi 97 senesinde temizlemiş, tüm ihtiyaçlarını almış koymuş, kapıyı çekmiş gitmiş. 11 sene sonra da kapıyı açıp ben girmişim. İlk yaptığım şey ablama mail yollamak oldu sanırım, ya da mesaj attım. Evde her şeyin olduğunu, çok mutlu olduğumu yazdım hızlıca. Sonra annem babam artık bana ne kadar para vermişlerdi hatırlamıyorum ama o paranın bi kısmını alıp markete attım kendimi. Bu şehirdeki ilk market alışverişim. O da benim. Sonradan Jumbo ama o zamanlarki ismi Super De Boer olan marketten bir heyecanla, aklıma ne geliyorsa alıyorum işte.
Balkonum var, şehre bakıyorum 8. kattan. Salondaki sandalyelerden ve sehpalardan birini çekiyorum hemen balkona. Çalışmaya 1 Eylül 2008 Pazartesi günü başlayacağım, bugün günlerden Çarşamba. Önümde kocaman 4 gün var, avare avare gezip, yeni şehrimi tanıyacağım 4 koca gün. Nasıl oldu da burada kendimi buldum, onu biraz hatırlamaya çalışıyorum o gün balkonda bira içerken. İsveç’te üniversitenin kütüphanesi kapanana kadar, saatlerce tez yazıp, sonra saatlerce iş ilanlarına bakıp, azimle, bıkmadan usanmadan her yere başvurduğumu hatırlıyorum. Ergenliğimden beri hayalim olan, başka yerlerde yaşama hayalimin ilk kısmını, hep güzel anacağım İsveç’te yaşamıştım. Dünyanın en güzel ülkelerinden birinde, elimden geldiğince gezerek, ilk defa akademik bir ortamda kendimi mutlu hissederek tamamlamıştım o dönemi. Sona yaklaşırken de aklımda hep şu vardı: “Buralarda kalmalısın, buralar seni mutlu ediyor, dönmene gerek yok.”
İstanbul’a her zaman dönmem mümkündü, ailem de arkadaşlarım da oradaydı ama bu başka hayat(lar) beni bi sersem etmişti artık. Azimle ve inatla iş başvurusu yaptım o yüzden. Üçüncü dünya ülkesinden gelen bir yeni mezun olarak şansım azdı, kim neden beni işe alacaktı ama vazgeçmedim. Bi yerlerde birilerinin işe yarayabilirim düşüncesi hiç çıkmadı aklımdan ve Eindhoven oldu işte o yer. Şansım da yaver gitti galiba, buradan kendisine tekrar teşekkürlerimi sunuyorum. Şimdi arada o 2007 yazına yaklaşırken yaptığım iş görüşmeleri maillerine bakıyorum, ne kadar kötü bir İngilizce, nasıl bir ürkeklik, kibar olacağım derken nasıl kıvırmalar, bir yandan nasıl bir cahil cesareti, nasıl bir arsızlık. Her şeyi yapabileceğime o kadar inanmışım ki, şimdi bile şaşırıyorum. İnsanın gözü bi kere dönünce demek…
Eindhoven, Hollanda denince akla ilk gelen imgelere sahip bir şehir değil. Hollanda genelde tatlı kanalları, kanallar etrafındaki minnoş evleri, uzun boylu şarışın insanları hatırlatır bize. Bu küçük ve masal diyarı ülkenin en masalsı olmayan şehirlerinden biridir burası. Varlığını Philips’e borçlu, eski sanayi yeni AR-GE ve tasarım şehridir. Özellikle benim yaşadığım dönemlerde, başka Hollanda şehirlerinde yaşayan tanıdıklarım ve hatta tanımadıklarım tarafından bu şehrin hor görülmesi ulusal bi hobiydi. Eindhoven’da mı yaşıyorsun? Of yazık sana. Neden Amsterdam’a taşınmıyorsun? Ay bi kere gittim gerçekten korkunç bi yer. Orada yaşayacağıma Zıpzıp şehrinde yaşarım daha iyi. Küçük şehirde yaşayınca kafayı yemiyor musun?
Evet bunların hepsini 6400 kere duydum. Bu biraz, sigara içen insanlara, sigara içmeyenlerin, sigaranın ne kadar zararlı olduğunu anlatmasına benziyor. İçme ama ciğerlerine yazık. Hmmm peki. Eindhoven çok iğrenç bir şehir nasıl yaşıyorsun orada? Çünkü ben bir eşeğim ve laftan anlamıyorum ve sırf sen bu soruyu sor diye yaşıyorum orada. Dünyada adı daha çok duyulmuş, o ya da bu şekilde - genelde hakkıyla - meşhur olmuş şehirlere hayranlık duyma ve o şehirlerde yaşama isteğini gözden görecek bir insan değilim. Ben de küçük bir Anadolu kasabasından çıkıp Eindhoven’ın medeniyet başkenti ya da dünya merkezi olduğunu düşünmedim zaten. Üstelik bu şehri ben de oldukça çirkin ve sevimsiz buldum başında. Sadece zaman vermek gerektiğine; bir şehri sevmek için sevimli evlerin, tatlı akar suların illa ki olmaması gerektiğine inandım.
Bir şehri sevmek için, orada güzel insanlarla tanışmanın, dünyada daha iyi bi yer yok dedirtecek kadar tatlı bi evde oturmanın, ilk kez para kazanıp gönlünce, orada o şehirde harcamanın, o şehirde aşık olup hayaller kurmanın; sırf bi şehir daha güzel ve daha havalı diye orada yaşamaktan daha önemli olduğuna inanıyorum. Yanılıyor olabilirim, belki diğer seçenek çok daha egomuzu okşuyordur. Bu, beş yazıdan oluşacak bir seri ve ben Amsterdam yazısında oraya nasıl da hırsla gitmek için çabaladığımı da anlatacağım. Anlayacağınız toplum baskısı (hahahah hayatımda ilk defa kullandım bu terimi) beni de bi ara delirtti ve ben de bunu denedim. Şimdi yaldır yuldur, kendimden her zaman çok eminmişim gibi yazdığıma bakmayın yani. Hepimizin zaafları var.
Ben bu şehri çok sevdim, neden bu kadar sevdiğimi, neler olduğunu da son yazıda belirteceğim zaten. Yazıyı okuyanlardan, bu şehirde yaşayacak ya da bu şehirde gezecek olanlara ilk tavsiyem sabırlı olmaları. Çoğu şey gibi burası da zaman istiyor. Siz biraz severseniz o da sizi biraz daha seviyor. İlk görüşte aşka inanıyorsunuz Eindhoven'la işiniz olmaz büyük ihtimalle. Biraz sabırlı olacaksınız, bekleyeceksiniz.
Bu konuda daha konuşacağımız çok şey var gençler. Haberiniz olsun.
Sonraki yazı: Amsterdam
Comments