Bugün Koray’ı Kopenhag’a uğurladım. Tam da düşündüğüm gibi oldu, sabah kahvemizi kıkırkıkır ederek içtik, sonra yapacaklarımız vardı, kedileri kocaman kutularına koyduk, her şeyi kontrol ettik, kediler kocaman kutularında Eindhoven’dan Kopenhag’a yaklaşık 9 saat gideceklerini bilmeyerek biraz mırmırladılar, anahtarları yeni ev sahiplerine teslim ettik, kısacık bi sarıldık, ben tam Koray’a kendimce hüzünlü vedamı edecekken yeni ev sahipleri kapıdan çıkıp Hollanda neşesiyle her şeyin içine etti ve o arabasıyla gitti. Ben de o salak (belki salak değillerdir ya…) çifte bakıp gereğinden fazla samimiyetli cümleler kurdum. Beni arayın tamam mı? Bi bira içeriz. Nah içeriz.
Normalde bu paragrafla başlayan bi yazı biraz sümüklü, biraz hüzünlü devam ederdi şüphesiz. Eğer ki ben eski ben olsaydım. Ya da biz eski biz olsaydık. Etmeyecek, bana güven. Eindhoven’a adım attığım gün - ki 15 Şubat olur - itibariyle kendi küçük dünyamda çok fazla değişiklik oldu. İşin garip tarafı tüm bu değişenler, bildiğim bir dünyada gerçekleşti. Herkes, her ev, her sokak, her ağaç tanıdıktı; ama onlar arasında olan bitenler farklıydı artık. Tanıdık gibi görünen bi balonun içinde biraz şaşkın kalma halimin sebebi o; gerzekliğimin, o her şeyi yavaştan almamın sebebi de.
Başka bi zamanda, başka evlerde, başka hallerdeydik. O zaman da mutluyduk, şimdi de gayet mutluyuz. O zaman sadece, benim vizyonsuzluğum ve sığırlığımdan kaynaklanan; o zaman ne halde, kimle, nasıl mutluysam sonsuza kadar da öyle mutlu olacağıma dair bi hayat fikrim, -belki de- derdim vardı. Öyle değilmiş. Her şey değişiyormuş. Herkes başka bi şehre taşınabiliyor, başka bi evin kapısını açabiliyor, başka hayatının keyfine varabiliyor, o güzel balkonunda / terasında / verandasına içtiği sigaranın dumanına bulutlu gözlerle bakıyormuş. Ve bu ne güzel. MİŞ. Ben güzel olmadığını düşünürdüm, yanılmışım.
Eindhoven’a geldiğimde Rana ve tatlı ailesi yeni evlerine taşınmıştı. Birkaç gün sonra ben ve Deniz, yeni evimize taşındık. Suntalar bitmedi, kartonlar tükenmedi, dizlerimiz sızlarken son güçle attığımız çöpler bitmedi. Sonra bana Atina’dan haberler geldi, o çok sevdiğim ofisim kapandı, Sarı ile yaşadığım eve çoktan veda etmiştim zaten, sonra ben Eindhoven’da yaşarken, o çok sevdiğim evime ben Atina’ya taşındıktan sonra yerleşen arkadaşlarım ev aldıklarını, evi terk edeceklerini söyledir. O evi beraber boşalttık, Kleine Berg’de, hayatımın en mutlu dönemini geçirdiğim o eve, benden sonraki sahipleriyle veda ettim ama onların yeni evinin neşesine de tanık oldum, daha bu sabah onların o şahane kış bahçesinde kahvemi içtim. Kuşlar yuva yapıyor, birbirini kovalıyordu sekerek. Sonra Koray’ın Kopenhag macerası filizlendi, aa olur mu, dur oraya gidecek misin, ay dur gidiyorsun galiba derken o iş de oldu. Herkes gitti. Herkes taşındı. Tüm kapılar, anahtarlar, kilitler değişti.
Ne kadar direnmeye çalışsam da değişime kayıtsız kalamadım. Değişimin kendisini beş sene önce delirip Atina’ya yerleşerek kendim başlattım zaten. Benden sonraki değişimler benim yüzümden değil elbet, öyle hadsiz laflar edemem. Sadece ben kendi değişimimden, değiştirmeye cesaretimden o kadar memnun ve mutluyum ki, o dönemden sonra sevdiklerimin değiştirdiği, değiştirmeye çalıştığı her şeye de hayranlıkla bakıyorum. Başka insanlar, başka aşklar, başka evler, başka şehirler, başka heyecanlar, başka maceralar. Hepimiz ne tatlı -olmasını istediğimiz- bir yolun yolcusuyuz aslında. Herkes kendi halinde, bazen acıyla, bazen neşeyle, bazen kahkahayla, bazen yaralı bir hayvan gibi yoluna devam ediyor.
Bugün bir dönemi ben kendimce kapadım. Tüm -eski- evlerime fiziksel olarak veda ettim. Bir daha asla o kapı(lar)dan girmeyeceğim, bir daha asla o pencere(ler)den bakmayacağım. Çünkü adımlarımız başka yere gidecek, ayaklarımız neşeyle başka evlerde kendini bulacak. O pencereden gördüğümüz ağaç da güzeldi, bu sefer güzel olan başka bir şeyi görecek gözümüz. Dünyanın başka şehirlerinde arada bir birbirimizin aklına geleceğiz. Güneş başka yerlerde başka renklerle batacak; ben moru göreceğim, sen pembeyi. Anahtarlarımız değişecek ama hep şıkırdayacak. O rüzgarı da sevdim, o duvara yansıyan ışığı da. Her şey çok güzeldi. Daha güzel olacak.