- Yazı yayınlanma tarihi: Mayıs 2019 (www.themahmut.com) -
Berlin'de Südblock isimli çok sevdiğimiz bir mekan var, ayını hatırlamıyorum ama Sibel'le yine çökmüşüz oraya, biralar önümüzde muhabbetteyiz. Daha önce görmediğimiz bir yere gidelim istiyoruz, Sibel Atina'ya geliyor, ben ara sıra onun yanına Berlin'e gidiyorum, İstanbul'da zaten görüşüyoruz ama başka bir yer olsun istiyoruz bu sefer. Belgrad, Sofya, Vilnius, Bükreş seyahatlerimi de referans vererek bi Doğu Avrupa ülkesine gitmemiz konusunda ikna ediyorum Sibel'i. İkna etmek derken aklınıza zorlu bir süreç gelmesin; Sibel birasından kocaman bir yudum alıp "Gidelim tabii ki!" diyor. Al sana ikna. Bu konuşmanın aylar sonrasında kendimizi Ukrayna'da buluyoruz. Kimilerine göre UkranYa, çok ısrar edersiniz URkayna bile olur.
Lviv - Kyiv Treni
Lviv'de geçirdiğimiz tatlı üç günden sonra istikametimiz, yazının konusu olan Kiev. Ülkenin başkenti ve en büyük şehri. Bu arada isim konusunda bir karmaşa mevcut, yıllarca Kiev olarak bildiğimiz şehir burada Kyiv olarak çıkıyor karşımıza. Çünkü Kyiv Ukraynaca, Kiev Rusça. Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler resmi yazışmalarında da Kyiv olarak geçiyor artık, zaten Rusya'yla da ilişkiler aşırı kötü, biz de Kyiv kullanmaya karar veriyoruz. Şimdi tatilimizin ortasında bir de dayak yemeyelim Kiev dedik diye. Yaklaşık 6 saat süren bir tren yolculuğundan sonra Kyiv tren istasyonu, Paşarovski mi Paşarayray mı, Paşalıbişeyişte; orada buluyoruz kendimizi. Ukrayna'da Uber kullanımı oldukça yaygın, 3-4 kilometrelik mesafelere, gece geç ya da sabah yoğun saatlerde kullanmazsanız yaklaşık 2 euro ödüyorsunuz. Bekleme süresi ise oldukça kısa, maksimum beş dakika içinde şehrin her yerinde bir Uber arabası şapadanak önünüze geliyor. Biz de tren istasyonundan çıktığımız gibi Uber buluyoruz ve kendimizi 5 gün kalacağımız evimize atıyoruz.
Meydanlar
Kiev kocaman bulvarların ve göz alıcı meydanların şehri. Şehir turuna, 2014 Ukrayna Devrimi'ne ev sahipliği yapmış Maidan Nezalezhnosti'den başlıyoruz. Dönemin devlet başkanının, AB ile olan ilişkilere bir son vermesi ve Rusya'ya yanaşması kararırın ardından on binlerce insanın öfke içinde toplandığı ve çatışmalar sonucu yaklaşık 130 sivil ve 18 polisin öldüğü bu devasa meydan bugün artık sokak sanatçılarına, meraklı meraklı gezen turistlere, şehrin merkezinde elbet işi olan şehirlilere ve onlarca işletme sahibine ev sahipliği yapıyor. Meydanın tam ortasındaki bağımsızlık anıtını, Ukrayna bağımsızlığını kazandığında Moskova olan ismini Ukrayna olarak değiştirdikleri oteli, meydan çevresindeki enine boyuna büsbüyük binaları görmemek imkansız. Batı Avrupa'da bulunan şehir meydanlarına göre çok daha soğuk, çok daha korkutucu geliyor bana. Meydanda 2014 devrimini anlatan açık hava sergisi de bu hisse sahip olmama sebep oluyor; ölenlerin, çatışma anlarının kanlı fotoğrafları, ölenler için konulmuş çiçekler insanı tedirgin ediyor. Bir ülkenin, şehrin - hele ki bu kadar önemliyse - yakın tarihine sahip çıkması çok normal ama biz de ibiş turistleriz işte, bismilla şehre adım atar atmaz bu gerçekle yüzleşmek işimize gelmiyor sanki.
Litvanya Meydanı, burdan sonra gözümüzü okşuyor. St. Sophia's Katedrali'ni görmek için, aynı isimli yokuşu bitirdiğimizde önce yeşil kubbeleri ile bahsi geçen katedral ve önündeki kule çarpıyor gözümüze, sonra katedrali kuleyi bırakıp şöyle bir dönünce ta taaaaa! İşte karşımızda güzel mi güzel bir meydan. İsmi iki ülke arasındaki kardeşliği ve işbirliğini simgelemek için konulmuş. Ayrıca sanırım inanmazsınız, şimdinin bıdık ülkesi Litvanya bir ara büyük bir dükalık (bu ne biçim kelime ya!) iken Kyiv en önemli şehirlerden biriymiş. Alın size bir sebep daha. Biz meydanda iken bir anda kelimde bitiveren güneşten kurtulabilmek için meydanı hızlı hızlı geçerek gölgelere koşuyoruz, bu esnada meydanda birçok beyaz gömlekli insan görüyoruz. Sibel'e hepsinin bir audit / finans şirketinde çalıştığını iddia ediyorum hadsizce. Bak diyorum bu çocuk mesela Deloitte'da Jr. Auditor, bu adam PWC'de CFO. Tüm beyaz yakalılar birleşin, Litvanya Meydanı'nda toplanıyoruz!
Kiev ahalisinin toplanıp, tatlı tatlı takıldığı meydanlardan bir diğeri ise Kontraktova Meydanı. Şehrin hipster semti Podil'de, metro istasyonuna oldukça yakın, çevresinde onlarca yeme içme mekanı bulunan, dibindeki parkta bulunan gençlerin, 24 saat açık süpermarketten içki alıp itlik serserilik yaptığı bir meydan burası. Bizim gittiğimiz gün, Klezmer Müzik Festivali için dev bir sahne kurulmuştu, orada bulunan tahta masalara oturduk, buz gibi biralarımızı aldık, festivalde sahne alacak gruplardan birinin provasını dinledik. Yine üflemeli çalgılara doyduk sayın seyirciler, Klezmer müzik demek firifirifiri fitüfitüfitü üflemeli çalgılar demek biliyorsunuz. Bu arada, meydanın nerede olduğuna buraya tıklayarak bakabilirsiniz, yukarıda da aynı şekil bir hizmette bulunuyorum zira. Ve fakat ben meydanın düzgün bir fotoğrafını çekmediğim için aşağıya, orada bulunan dönme dolap fotoğrafını ekliyorum.
Hipstercılık & Muralcılık
Çağımızın önüne geçilemeyen hastalığı hipstercılık tabii ki Kyiv'de de fullHD, 4K çözünürlükle karşımıza çıkıyor. Bele asılmayan bel çantaları, tabanı 78 santim yüksekliğinde spor ayakkabılar, memeye kadar çekilmiş kot pantullar, üstünde 56 renk barındıran adidas montlar, tırnağa kadar kazınmış dövmeler, bir umursamazlık bir somurtkanlık burada da olanca gücüyle ışıldıyor. Hipster semtimiz hiç şüphesiz Podil, hipsterın harman olduğu, er meydanına çıktığı yer burası. Biz de eksik kalmak istemiyoruz ve atıyoruz kendimizi buradaki barlara. Pink Freud, Google arkadaşımızda ay bir övülüyor bir övülüyor, kokteylleri şöyle güzel, çalışan tayfa böyle tatlı, e hadi madem deyip gidiyoruz. Cuma günü akşamüstü 6 civarında oradayız. Avlusunda yer yok, çalışanlar bizi nazikçe barın içine davet ediyor. Zaten avlu kısmında nargile de içiliyor. Şu hayatta çay ve tavla sonrası en nefret ettiğim üçüncü şey olan nargileyi görünce zaten küçük küçük titreyen bendeniz, barın içine girme teklifini coşkuyla karşılıyorum. Kokteyl menüsünün, kokteyl isimleri dışında tamamen Ukraynaca olması bizi lotoculuk totoculuk yapmaya teşvik ediyor. Tam hadi lan nolcak, ısmarlarız bi şey derken, İngilizce konuşan barmenimiz bize tatlı tatlı açıklıyor neyin ne olduğunu, o kadar da lotoculuk yapamıyoruz. Dedikleri gibi çalışanlar çok tatlı, kokteyller mükemmel ama bir içki yeter. Nargile içilen bi yerde bi kadehten fazla bir şey içmem. Sori gayzzz.
Bir sonraki durağımız Pink Freud'a 5 dakika yürüme mesafesindeki Mezhyhirska Caddesi. Birbirinin dibinde üç hipster mekanı var; hepsi bir salon büyüklüğünde, hepsinde IPA ve craft beer var, hepsinin kitlesi aynı, kuzen gibiler. Yaş ortalaması da 22. Biz yaşlılar içeri girince pıfflarcasına bezgin gözlerle bakıyorlar bize, gönlümüz genç oğlum bizim, bakmasanıza öyle. Ortada bulunan Grails Bar'dan iki IPA çakıyor, dışarı kaldırıma atıyoruz kendimizi. Çünkü bütün bu mekanların problemi şu; içerisi zaten 10 metrekare, dışarıya da asla sandalye masa falan atılmamış. Herkes ayakta mırmır muhabbette, madem öyle biz de aynısını yapıyoruz. Yolun karşı tarafında gizli bir bahçe, avlu gibi bir şey var, deli gibi müzik sesi geliyor, bir ara oraya göz gezdiriyoruz, konser gibi bi durumlar. İçeride yine 178 hipster, kapıdan bakıp tekrar barın önüne dönüyoruz. Bütün akşam o hipstera bak, ay şu hipstera bak derken geçip gidiyor.
Binaların cephelerine tatlı tatlı san-at eda eylemek, duvarlara bir şeyler çizmek, en kötü gözüken semtleri bile bu sayede cazibe merkezi haline getirmek muralcılık olarak biliniyor biliyorsunuz. Duvar sanatı, duvar sanatçılığı da diyebiliriz. Podil semti tabii ki bu konuda da bize bekleneni veriyor, ben aşağıya gördüğüm ve çok sevdiğim iki tanesini bırakıyorum. Kim bilir daha neler vardı ama biz görmedik.
Hadi yine iyisiniz, başka bir Kyiv yazısında / rehberinde kolay kolay bulamayacağınız bir hispter mabedini daha sizlerle paylaşıyorum: Art Zvadnorna Platforma. Burası, şehrin öbür yakasında, nehrin diğer tarafındaki, daha çok özel konutların bulunduğu bölgede (bi nevi Anadolu yakası işte) bulunan bir eski endüstriyel kompleks aslında. Metroya atlıyor ve Lisova durağında iniyorsunuz. Önce şenlikli bir sabit pazarın, sonrasında kapalı bir alışveriş merkezinin içinden geçiyorsunuz ve bu eski fabrika binalarının yine san-at ile, sergi ile, event ile bezenmiş olduğu yere ulaşıyorsunuz. Burada özellikle bahar yaz aylarında sık sık farklı temaya sahip organizasyonlar düzenleniyor, biz oradayken Kyiv Beer Festival'e ev sahipliği yapmıştı. Biz Cumartesi Pazar gerçekleşen festivale katılamasak da ertesi gün gidip mekanı gördük. Aşağıdaki fotoğraflardan da anlayacağınız üzere, bir nevi Berlincilik yaşanıyor orada da. Devasa fabrika binaları ya da atölyeler artık sergilere, sanatçılara, ortamlara hizmet ediyor.
Kiliseler
Kyiv'de insanı dinden imandan soğutmaya yetecek kadar çok kilise var. Biri bana yıllar önce altın kubbe görmekten sıkılacağımı, bu yüzden sinirleneceğimi söylemiş olsa ona boş boş bakardım. Ama o insan çok haklıymış, teşekkürler o insan! Bu şehirde 5 adımda bir kilise var. Katedral. Şapel. Manastır. Hepsi. Arkadaş bi durun, bi sakin olun. Yemin içmiş gibi, inşa etmezlerse başları giyotinle kesilecekmiş gibi, hiç İsa görmemiş gibi durrrmadan kilise yapmışlar. Şehri gezmeye başladığımız ilk zamanlarda ben de elimde kameramla tatlı tatlı her kilisenin fotoğrafını çekiyordum, son gün artık hiç umursamadan hızlı hızlı gördüğüm kiliselerin önünden geçtim, kaç kilise fotoğrafı çekebilir canım bir insan? Saçmalamayalım. O yüzden, sadece üç kiliseden bahsedip yazımızın bu başlığını kapatmayı düşünüyorum. İsteyen, arzu eden hepsine tek tek gidip ziyaret edebilir. Böyle bir şeyi yapmak isteyen varsa kendine bu şehirde en az üç ay ayırsın ama.
İlk kilisemiz, şehrin en bilinen sembollerinden St. Andrew's Kilisesi. Ben kilise mimarisi söz konusu oldu mu barokçuyumdur, içimdeki o rüküş Bülent Ersoy'u tatmin eden yılış yılış, süslü süslü bir mimaridir bu. Gotik karanlık ve sıkıcı gelir, Barok pasta gibidir, kötü kremalı bir pasta gibi. St. Andrew's, olanca barokluğu ile favori kiliselerimden biri olabilirdi. Yeter ki o 90'larda piyasaya yeni sürülmüş naneli, Ipana diş macunu rengine sahip olmasaydı. Zaten şehirde de kiliseler dışında bazı binalar böyle garip, parlak renklerde, ona şaşırıp şaşırıp durdum. Bu renkleri çok mu aradınız? Kyiv'in Montmarte'ı denilen bölgede (Andriyivskyy Descent) bulunan kiliseye giriş için, çoğu başka kilisede olduğu gibi para vermeniz gerekiyor. Neden? Restorasyon çalışmaları olduğu için zaten kilisenin içine girmeniz şu aralar imkansız ama terasında yürümek isterseniz bile para vermeniz gerekiyor. Bu arada bahsettiğim ücretler şaka gibi, taş çatlasın 3 euro falan ama tekrar soruyorum, sadece soruyorum: Neden? Dünyada hiçbir kilisenin, ya da başka bir dine ait ibadethanelerin bağlı olduğu merkezi kurumların parasız olduğuna inanmıyorum. O yüzden diş macunu renkli bu kilisemize dibinde bulunan bir parktan bakıp selam çakıyoruz.
Bir başka meşhuuur kilisemiz ise yukarda, meydanlar bölümünde bahsi geçen St. Sophia's. Galiba bu arkadaş kayıtlarda katedral olarak geçiyor. Kilisenin dışında, önünde bulunan kulesi ile de dikkat çekiyor. Sadece kuleye çıkmak istiyorsanız bi miktar bi para, kilisenin avlusuna girmek istiyorsanız başka bir miktar para, kilisenin hem avlusuna hem içine girmek istiyorsanız başka bir miktar para, ay her şeyi görmek istiyorsanız en çok miktar para ödemeniz gerekiyor. Ödeyenlere selam olsun diyor, aşağıya fotoğrafları bırakıyorum.
St. Volodymyr's, açıkçası son gece hüznüme denk geldiği için bu listeye girmeye hak kazandı. Tam bir sümüklü Yengeç olduğum için ve 2 günlüğüne bile gittiğim her şehirle bir bağ kurduğum için, son akşam / gece, Kyiv sokaklarında yürürken karşıma çıkınca kayıtsız kalamadım. Şehrin en önemli kiliselerinden biri mi onu bile bilmiyorum ama merkezde, üniversite karşısında bulunan, oldukça tatlı bir kiliseydi. Üstelik şehirdeki en önemli kiliseleri arattığınızda karşımıza çıkıyor, demek ki boş beleş bir yer değil. Yapılan yorumlarda dışı değil, asıl içi sizi yakar deniyor ama görmedim, bir şey söylemem doğru olmaz. Zaten o saatte kapalıydı, içini göremememin sebebi bu sefer cimrilik değil yani.
Ne konuşmamı, ne yazmamı kısa / az tutabildiğim için bu yazıyı burada noktalıyorum. Siz de bir kulsunuz, size de yazık. İkinci ve son bölümde hakkında yazacağım konular şunlar:
Parklar & Heykeller
Metro İstasyonları
Brütalist Mimari
Şehrin Şahane Binaları
Ukraynalılar
Esen kalın mı kalın. İkinci yazıda görüşmek üzere.