Teyzuş
- io van zaim
- Nov 19, 2018
- 4 min read
Yazı yayınlanma tarihi: Kasım 2018 (www.themahmut.com)
Viyana'da son günüm, teyzemin evindeyim, koltuklara yığılmışız konuşuyoruz. Çok sorgulamadığım, o ana kadar çok da merak etmediğim sorularla daraltıyorum kadını. Demek ki merak etmenin zamanı gelmiş, daha mantıklı nasıl açıklayabilirim bu durumu kendime? Kocasıyla nasıl tanışmış, Viyana'da mı tanışmış, dedem bu ilişkiye ne demiş, annemle beraber yaşarlarken kavga ediyorlar mıymış, annem mesela hiç maraz çıkarmış mı, (tabii ki asla kötü bir şey söylemedi annem hakkında) düğün nerede olmuş, kimler gelmiş kimler gelmemiş. Durmadan soruyorum.
Teyzem sakin sakin cevaplıyor, hiç sinirlenmeden, hiç sesini yükseltmeden. Atina dönüş uçağım akşam 8 civarı, üç kuzenimden biri, bir ara beni şehrin bir noktasından alacak ve havaalanına götürecek, rahatım o yüzden. Evden bir saat içinde falan çıkmam gerekiyorsa böyle götümü yaya yaya konuşamam çünkü; 56 kere valizimi kontrol ederim, 49 kere pasaportuma bakarım, uçak koltuğumun hangisi olduğundan emin olmaya çalışırım onlarca kez. Kolumda bi kızarıklık olduğunu düşünür, onu kaşırım kendimi kaybedercesine. Çünkü sinir. Babamın, bizim ailede takma ismi "Hadi Mahmut" oradan anlayın. Evet, babamın ismi Mahmut. Biz de buraya boşuna gönül vermedik. Babamın, o elini ayağını bi yerlere koyamayıp, sonra da dayanamayıp "Hadi!" demesi bana da genetik miras. Herkesten önce hadicilik bende de var. Neyse ki "Hadi!" dememe daha çok var, teyzemle tatlı tatlı konuşuyoruz o yüzden.
Bir anda ciddileşip "Bana bak!" diyor teyzem, bir geriliyorum hafiften. Acaba bu cümlenin ardından ne gelecek?
-Bana bak, çok kilo almışsın, biraz kilo ver? -Bana bak, ne zaman çocuğun olacak? -Bana bak, niye Viyana'da yaşamıyorsun, gelsene buraya?
yemekleri yapan bir mekan varmış, ördeği çok lezzetli, çıtır çıtır imiş, gitmeden yiyelim. MİŞ. Ben gitmeden havaalanına. İnsanın teyzesi ördek yemeyi teklif eder mi ya? Çok saçma değil mi? Boş gözlerle bakıyorum.
"Ördek mi?" diyorum.
ÖRDEK Mİ?
Teyzemin 7 tane kötü huyu varsa birini size açıklamak isterim: karşısındaki her insanı bir AYI zannediyor. Fiziksel olarak yani, bir ayı ne kadar yemek isterse, o da, bir insanın o kadar yiyebileceğini zannediyor. "77 yaşındayım, eskisi gibi yemek yapamıyorum." deyip bi de oradan vuruyor mesela. Evet az önce 12 ton yemek yedik mesela. Keşke 47 yaşında olsaydın, o zaman 22 ton yemek yerdik. Mükemmel bir kahvaltıdan sadece 27 dakika sonra elinde bir kâse ile geliyor, içi badem dolu. Yemeliymişiz, badem sağlığa çok yararlıymış. Kibarca reddediyorum bademi, ondan 18 dakika sonra çikolata çıkıyor karşıma, tatlı yiyelim tatlı konuşalım. MIŞ. Çikolata bitiyor meyve geliyor, meyve gidiyor fıstık geliyor. Hayır diyebilmenin gururunu yaşıyor, "O fıstıkları yese miydim lan?" diyerek kendimi sorguluyorum.
Yine o hafta, Viyana'da olduğum günlerin birinde geçmişten açılıyor konu. Sürekli eski zamanların ne kadar iyi olduğunu, o zamanlar insanların ne kadar masum, ne kadar da tatlı olduğunu iddia edenlerden çok sıkıldığımı anlatıyorum teyzeme. Benim de çenem nasıl açılmışsa artık. Hani bu teknoloji geldi, insanlık bitti tayfası; hani aşkın dağlarda gezer hayranları, onlardan bahsediyorum. Ne masumdular, ne bozulmamıştık, ne de... Sosyal medya geldi, insanlık bitti. Öncesinde herkes birbirini okşuyor, okuduğu Stefan Zweig kitaplarını tartışıyordu çünkü.
Teyzem biraz, sanki sinirlenir gibi dönüyor bana; "Ben annenle 4 ayda bir konuşabiliyordum telefonla, başlarım öyle güzel geçmişe, hiç de güzel falan değildi!" diyor hemen. Parıl parıl parıldıyor gözlerim, hayranlıkla bakıyorum teyzuşa. Sonra elindeki akıllı telefonu gösteriyor gururla, ne kadar da kolay herkese ulaşabildiğinden, bunun ne kadar da güzel bi şey olduğundan bahsediyor.
Teyzem ve annem, annelerini çocukken kaybettiler. Annem hiç hatırlamıyor anneannemi. Teyzeme yine -bu çok konuştuğum zaman diliminde- anneannemi hatırlayıp hatırlamadığını soruyorum; "Yok yavrum, ben de çok hatırlamıyorum." diyor. Annemden 7 yaş büyük sonuçta, daha somut bi şeyler çıkacak ağzından, eminim. Magazin dünyasının pek bilinen muhabiri Seyhan gibi üsteliyorum; "Sesini de hatırlamıyor musun? Sesi nasıldı?" diye soruyorum.
"Hatırlamıyorum yavrum." diyor. Bakıyor uzun uzun bana. (Ah bu aptal yeğenler.)
Bi insan iki kere, sakince size bir şeyi hatırlamadığını söylerse orada durursunuz değil mi? Ben de duruyorum. Anneannemin, bizim Bostancı'daki evde bir portresi var, tablÖ, onu bir tek oradan biraz tanıyorum. N'apayım, merak ediyorum ben de biraz. Güzel gözlü, hüzün bakışlı bir kadın olarak işlemiş kalbime, başka bir şeyler duymak istiyorum hakkında.
Geçen ay, tüm bu anlattıklarımın olduğu hafta, ben Viyana'dayken deliler gibi yürüdüm. Benim Viyana'da kalacağım ev bol, herkesin anahtarını çantama koyuyor, hangisini istersem, o gece o eve gidiyorum. Teyzemin evinde kalmaya karar verdiğim bir gece bir yanlışlık oldu sadece. Atilla abim, teyzemin büyük oğlu, teyzemin evinin anahtarını verdi bana. Verirken de apartman kapısının doğru anahtar olup olmadığına emin olmadığını söyledi, ben de onu açıkçası hiç ciddiye almadım. O gece ben bi kudur, kendi kendime bi bar hopping yap. Delisin Ozan. Sabahın bi yarısı, teyzemin evinin kapısına geldim, anahtarları deniyorum deniyorum, açılmıyor. Otele mi gitsem falan diye düşündüm bir iki saniye, sonra zile bastım tabii ki. Ne oteli lan?! Bir kere daha bastım, bir kere daha. Sonunda açıldı kapı, yukarı çıktım suçlu suçlu, yaşım 17. Eniştem duruyor kapıda, 40 kere özür diliyorum ondan. "N'olucak yavrum aşkolsun." diyor, yatağına gidiyor. Ben kıkır kıkır gülüyorum kendi kendime. Çok arada sırada ergen olmak, iyi geliyor bana. Sabah teyzeme dönüp "Kusura bakma teyzecik, seni de uyandırdım." diyorum. Teyzem kaşını kaldırıp "Ay ne uyanacağım ayol, Aslan açmış işte kapıyı." diyor. Hahahah. Sen kimsin köpek ekolü yine aklımı başımdan alıyor.

Ergenliğimin yaz aylarında, neredeyse her sene, en az iki ay yaşadığım, Almanca kursu için gönderildiğim bu evde, dünyanın en güzel kokan yastığına gömüyorum suratımı. Dünyanın en rahat yatağındayım, ortalık nasıl sessiz, içim huzurdan kamaşıyor. Burnum deterjan kokusundan büyümüş, bacaklarım kıvrılmış, 20 sene öncesine dönmüşüm huzurla kapatıyorum gözlerimi. Sabah kalkınca bir AYInın yiyebileceği kadar çok şey yiyebilirim. Her zaman bu evde yaşamışım gibi, her zaman.
"Teyzemle ördek yemeye gidiyoruz, teyzem inci küpelerini takıyor, döpiyesini giyiyor. Palmiye yağı kokan bir mekan için aşırı hareketler bunlar. Ben seçiyorum ne yiyeceğimizi, Almanca sipariş veriyorum bir gururla. Teyzem bana tatlı tatlı bakıyor. O çok bi şey yemiyor, ben onun istediği gibi bir AYI oluyorum ve iştahla yiyorum her şeyi. Metroya binip Yavuz'la, kuzenimle buluşacağım, oradan istikamet havaalanı. Teyzeme eve dönmesini söylüyorum, zaten mahallemizdeyiz. Asla kabul etmiyor, benimle metro istasyonuna kadar geliyor. Hayatımda ilk defa, teyzeme metro vagonu penceresinden el sallıyorum. Gözlüğünü itiyor zarifçe, elini kaldırıyor hafifçe. "
Metro hareket ederken... Gözlerim doluyor, içimde çiçekler açıyor.
Teyzuş.