top of page

Karşılı olmak

Yazı yayınlanma tarihi: Kasım 2017 (www.themahmut.com)

89 senesinde İstanbul’a taşındığımızda 7 yaşındaydım. Adana’dan, arkadaşlarımdan, okulumdan ayrıldığım için ölesiye üzgün ve tabii ki anneme babama karşı çok öfkeliydim. Bostancı’ya taşınmıştık. Bostancı’nın neresi, nasıl bir yer olduğunu bilmiyor ve zaten ilgilenmiyordum da. Adana’da hiç duymadığım martı sesleri de korkunçtu ayrıca. Böyle hayvan olmaz olsun. Adana’ya geri dönmek için hayal kurup uyuduğum zamanlar bunlar; FAK BOSTANCI DÜĞD!


Halamlara yakındık, onlar Suadiye’de yaşıyordu, o biraz rahatlatıcı bir şeydi. Kuzenler vardı, canım halamı görünce böyle biraz sakinleşiyordum. Adana’da, eski, güzel bir köşkte, özel okulda okurken; İstanbul’da, göz kamaştıran Türküye mimarisine sahip ortalama bir mahalle ilkokulunda bulmuştum kendimi. Bu sınıfta neden 52 kişi var? Aklım almıyor. Du.

Sonra alıştım, sonra İstanbul güzelleşti tabii, sonra arkadaşlarım oldu. Ben hep karşılı oldum. O mahalle ilkokulunda devam edersem büyük insan (Anadolu Lisesi sınavlarını kazanamazsam tamirci olacağımı iddia eden babamı burada alnından öpüyorum.) olamayacağıma karar veren ailem araya tanıdık öğretmenler sokarak beni Fenerbahçe’deki -nispeten bilinen- bir devlet ilkokuluna sokmayı başardı. Anadolu Lisesi sınavlarına girdim, Koşuyolu’nda bulunan bir liseyi kazandım, yedi sene orada okudum. Ablam Kadıköy Anadolu’da okuyordu, annem orada öğretmendi. Annem sonra yine Anadolu Yakası’nda bir kolejde öğretmenlik mesleğini devam ettirdi, emekli olduktan sonra. Sesim kalınlaşıp, iğrenç bir ergen olduğumda piyasa yapmak için gittiğim yer Bağdat Caddesi idi. Suadiye Movieplex’te film izler, Cafe Cadde’de tiramisu yerdim. Süreyya Sineması’nda Jurassic Park izleyenler kaleye mum diksin. Bütün arkadaşlarım Bostancı, Suadiye, Göztepe, Erenköy, Fenerbahçe semtlerinde yaşıyordu. Buram buram Anadolu.


Şimdi zamanı biraz daha ileri alıyorum. Diyeceksiniz ki; “Bu tipsiz inşallah üniversitede falan Avrupa Yakası’na geçmiş de Taksim’de iyice bir sarhoş olmuştur.”

Çok beklersiniz.

Üniversite sınavları sonuçları açıklandığında, o zamanlar gerçekten çok istediğim bir bölümü kazandığımı görünce dünyalar benim olmuştu: Marmara Almanca Enformatik. Kampüs nerede: Anadoluhisarı! Almanca hazırlık okumam lazım, o nerede: Göztepe. Bitmedi sevgili okuyucular; öğrenciyken Almanca - Türkçe çeviri yapan bir şirkette çalıştım mesela, aklınıza neresi geliyor? Mecidiyeköy belki… Yok anacım, Salacak. Bildiğin Üsküdar. Hadi el arttırıyorum; İsveç’e yüksek lisansa gitmeden önce altı ay, çok iyi bilinen bir diş macunu, diş fırçası üreten bir Amerikan şirketinde çalıştım. Levent diyenler var duyuyorum, oooo Maslak diyenler var hissediyorum.

Küçükyalı. Bazı okuyucular haritaya bakıyor, görüyorum.


Caddebostan Copacabana Plajı

Eindhoven hayatımın ilk zamanları. Deniz ve Koray'la tanışmışım, sevmişiz birbirimizi. Sık sık evlerine gidiyorum. Deniz; Ulus, Levent, Kurtuluş'ta yaşamış, Dolapdere'de Kuştepe'de okumuş, Taksim'de içmiş sıçmış. Eski evlerinde, bir akşam yemeği sonrası muhabbet ediyoruz. O bulaşıkları toparlıyor, ben yanında duruyorum. Bir anısını mı anlatıyor oralarda geçen, başka bi şey mi konuşuyoruz bilmiyorum ama Avrupa Yakası'nı kastederek "Ya ben pek karşıyı bilmem zaten, öyle ayda yılda gittiğim bir yerdi." diyorum. Ki doğru; ayda yılda bir giderdim. Hadi üniversite zamanında üç beş arkadaşımın muhtelif semtlerde öğrenci evi oldu tamam. Taksim'de üç beş bar da bilirim, o zamanlar hala var olan; bir ara kendimi zengin sanıp babamın bana "Ne olur ne olmaz yavrum." deyip de çıkarttığı ek kredi kartı ile Nişantaşı'nda haddimi bilmeden içmiş sıçmışlığım da mevcut ama söz sahibi olacak kadar bilmiyorum oraları. Zaten üşeniyorum da bir yandan, kim geçecek teeeee oralara. Gece dönmesi var etmesi var.


karsinin minik kaplanlari

Çok iyi hatırlıyorum, Deniz elinde bir tepsi mi tencere mi büyükçe bir şey kuruluyordu. Şöyle hafif yana doğru dönüp "Yalnız biz sizin oraya karşı diyoruz." dedi gözlerini devirerek. İçten içe sinirlenmiş olabilirim hatırlamıyorum, ama her türlü üste çıkmaya meyilli bir insan olduğum için "SİZ KURBAN OLUN BİZİM ORALARAAAA!" falan diye celallenmiş olabilirim de. Neyse ki Deniz akl-ı selim sahibi bir insan olduğu için konuyu uzatmadı.


Sidik yarıştırmak hoşlandığım bir şey değil. Bu yazı da; karşı varsa hangisi gerçekten karşıdır, o zaman hangi karşı daha güzeldir sorularına cevap bulmak isteyen bir yazı değil. Yani son iki üç seneyi düşünürsek "Ohh hepiniz nasıl da paşa paşa geldiniz Kadıköy'e, Moda'ya." deyip kavga çıkartmaya niyetim yok. Ki biz karşılılar zaten bundan çok hoşlanmıyoruz. (Hop başlasın mı şimdi kavga?)


Karşı, yani bizim orası, yani Anadolu Yakası da aynı değil zaten: Kaçak Radiohead CD'lerini Discman'e takıp da çimlerinde hüzünle dinlediğim Caddebostan aynı değil, bir zamanlar Kazasker'deki evine kamp kurduğum arkadaşımla görüşmüyorum bile mesela, Kadife Sokak'tan çıkmazken, şimdi en son Kadife Sokak'ta ne zaman bir mekana girdim hatırlamıyorum, girsem de hipsterlardan gözüm kamaşacak farkındayım, bizim evden Cadde'ye yürürken gördüğüm ve kendi paramı kazanıp yaşadığımı hayal ettiğim üç katlı, güzel balkonlu evlerin çoğu yıkıldı, Cadde tikisi diye bir şey kalmadı; onlar ki yeşil Adidas eşofmanları, göbeklerine kadar açtıkları dar beyaz gömlekleri ve Golden köpecikleriyle fark edilmememesi güç bir zümre idi.


Harici belleklerinizdeki fotoğraflara çok sık bakmayın. Yazının ana fikri bu. Ya da fotoğraf saklamayın ne bileyim. Benim bu yazıyı yazmamın sebebi, dolabın cehennem köşesinde sakladığım bir kutuda bulduğum harici bellekten çıkan ve yazıyla beraber gördüğünüz "bizim oraların" fotoğrafları. Kentsel dönüşümün en ağır hissedildiği mahallelerde yürürken "Dur çekeyim fotoğrafları da kendimi üzeyim sonra bakıp." demişim belli ki. Karşılı olduğumu tekrar hissetmek, bu yüzden hâlâ mutlu olmak, bizim oraları özlediğimi hissetmek biraz sinirimi bozdu. 10 sene oldu ben İstanbul'dan ayrılalı çünkü.


Karşılı olmak gurur duyduğum bir şey değil ama oldukça memnun olduğum bir şey.  Bugün her İstanbul'a gittiğimde, Bostancı - Moda arasından çıkmıyorum neredeyse. İki hafta önce İstanbul'dayken Aynalı Çeşme'nin neresi olduğunu daha yeni öğrendim, arkadaşlarım beni Kurtuluş'te gezdirdi düşünün. Gezdirdi diyorum, "Bak burası Kurtuluş gerzek." dediler kibarca. Keşke tam anlamıyla bir İstanbullu olabilseydim. Keşke İstanbul kendi ritminde gelişen, doğal olarak güzelleşen bir şehir olsaydı. Keşke bir yandan bu kadar öfkelenip bu kadar güzel hatırlamak zorunda kalmasaydık. Ya da sizin adınıza konuşmayayım, hatırlamasaydım.

Şehirlerin değişmesi, dönüşmesi kaçınılmaz, dünya şehirlerinden gördüğümüz bu, bir şehri zaten bu kadar çekici yapan da bu aynı zamanda. Gerçek İstanbul'un, ya da karşı İstanbul'un bu kadar zalimce değişmesi ise ne kadar daha tahammül etmemiz gereken ya da kabulleneceğimiz bir şey, işte onu bilmiyorum. Benim gibi geçmişini düşünüp gözü kolayca sulanan biri için elbet sinir bozucu bir şey ama belli ki memnun olanlar, umursamayanlar, bu zalimce değişimi içinin yağları eriyerek izleyenler de var.

7 views
bottom of page